Premier League… An itibariyle UEFA Şampiyonlar Ligi ile dünya futbolunun en büyük markası…Yayın gelirleri, marka değerleri, izlenme sayıları, maaşlar ve gelirler, her şey devasa. Stadyumlar, lig seviyesi farketmeksizin harika olan sahalar, dolu tribünler, maç önleri ve sonları tam olarak bir futbolseverin rüyasını süsleyecek cinsten. Her takımın diğer takımı yenme ihtimalinin olduğu, rekabetin hem fiziksel hem taktiksel anlamda zirveye çıktığı bir ortam.
1992-1993 sezonundan itibaren övgülerimize mahzar olan İngiltere’nin en üst seviyedeki futbol ligi Premier League ismi ve markasıyla hayatımızdaki yerini aldı. Açılış sezonunda ise ipi, beynimizde o yıllara gittiğimizde sürpriz gibi gözükmeyen ancak 1966-67’den beri ilk şampiyonluğunu alan Manchester United Sir Alex Ferguson önderliğinde göğüslüyordu. Sonrasında belirgin bir Sir Alex ve United dominasyonu, Arsene Wenger’in yenilikçiliği ve “Yenilmezler”i, Rus doğalgazı ve özel adam Jose Mourinho, petrol sermayeli Manchester City, Ancelotti, Conte, Klopp ve tabi ki bir Ranieri mucizesi Leicester City. Saydık ancak biri eksik kaldı. Sosyal medyanın hiç olmadığı, bu dev markanın ikinci sezonunu ikinci, üçüncü sezonunu şampiyon olarak tamamlayan, sonra da sırra kadem basan Blackburn Rovers.
Blackburn Rovers, İngiltere’nin kuzeybatısında yer alan Lancashire bölgesinin bir takımı. Bölgenin simgesi olan kırmızı gül Rovers’ın ambleminde de yerini almış. Takım, İngiltere futbol liginin kurucularının sembolize edildiği pos bıyıklı, briyantin saçlı beyefendilerin olduğu o klasik fotoğrafta da bugün olduğu gibi mavi-beyaz parçalı formasıyla boy gösteriyor. Tarih söz konusu olduğunda kendileri ile aşık atabilecek takım sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor tabi ki. Peki 1994-95 sezonunda neler oldu? Bir bakalım.
Heyecanı yitirmek istemem ama, hikaye günümüze biraz benzer. Blackburn’ün yükselişi de kulüp sahibinin değişmesi ile başlıyor. 1989-90 sezonunda Rovers birinci lige (şimdiki Premier League) yükselme play-offlarında elenince kulüp el değiştiriyor. Bölgenin çelik işleme tesisi sahiplerinden ve iyi bir Rovers taraftarı olan Jack Walker kulübü devralıyor. 1990-91 sezonu bir silkelenme ve 19.luk ile sona eriyor. Bu nasıl silkelenme dediğiniz duyar gibiyim, işte burada Walker kulübe milyonlarca pound yatırım yapmaya ve oyuncu almak için para harcamaya karar veriyor. 1991-92 sezonu başlarında ilk önce büyük efsane Sir Kenny Dalglish’i takımın başına, Premier League’e döner dönmez de o dönem sadece gelecek vaad eden bir golcü olan ancak sonradan Premier League’in yaşayan efsanesi ve kralı olacak olan 22 yaşındaki Alan Shearer’ı 1992 yılında Southampton’dan 3,5 milyon Pound'a alarak takımın ileri ucuna koyuyordu. Yine mi Southampton diyoruz burada zira Premier League’de şampiyonluk yaşayan takımlardan gerekli pay kendilerine teslim edilse hiç olmazsa hanelerine bir şampiyonluk yazmaları adaletli olabilir :) Neyse, Jack Walker’ın yatırımları, Kenny Dalglish’in tecrübesi ve Shearer’ın golleriyle Rovers günden güne büyüdü. Takım 1992-93’ü dördüncü, 1993-94’ü ikinci tamamlıyordu. Tünelin ucunda güçlü rakiplere rağmen bir ışık görünmüştü.
1994-95 sezonu gerçekten Premier League’in en ikonik sezonlarından biriydi. Eric Cantona’nın Crystal Palace taraftarına attığı uçan tekme, Dennis Wise’nin bir taksi şoförüyle kavgası, Arsenal’in hücuma dönük orta saha oyuncusu Paul Merson’ın kokain ve alkol bağımlılığı sebebiyle zorunlu tedavi görmesi, hepsi bu sezonda gerçekleşti. Bunun yanında yine son güne kalan bir şampiyonluk mücadelesi. Günümüze daha yakın bir zamanda, yine son güne kalan bir şampiyonluk mücadelesinde, Martin Tyler’ın “Agüerooo” diye bağırışı hala kulaklarımızda ama o gün hikaye biraz daha farklıydı. Başrol kazanan takımın golcüsü değil, kaybeden takıma duvar ören bir kaleciydi.
Son haftaya Blackburn en yakın rakibi Manchester United’ın 2 puan önünde giriyordu. Blackburn Anfield’a, United ise Boleyn Ground’a yani West Ham’a konuk oluyordu. Blackburn’de son haftaya gelene kadar Alan Shearer 33 gol, 13 asistle inanılmaz bir sezon yaşıyordu. United ise bildiğimiz gibiydi, son derece sağlam kadrosuyla şampiyonluk mücadelesini son maça taşımışlardı. Belki de star oyuncuları Eric Cantona 7 aylık bir ceza almamış olsaydı bu yazı hiç yazılmayacaktı. Güneşli bir Mayıs gününde maçlar başladı. Çok geçmeden Shearer 34. golünü Liverpool ağlarına bırakıyordu. 11 dakika sonra ise West Ham adına Michael Hughes topu Schmeichel’ın arkasına bıraktığında Lancashire’da kutlamalar başlıyordu bile. Maçların ikinci yarıları başladığında ise her şey tepetaklak oluyor, üzülenler sevinmeye başlıyor, kutlayanlar ise karamsarlığa bürünüyordu. 51. dakikada Brian McClair United’ı, 13 dakika sonra ise John Barnes Liverpool’u eşitliğe taşıyordu. Kalan dakikalar geçmek bilmiyor; Anfield’da Rovers, kuzey Londra’da ise United tüm gücüyle yükleniyordu. Puan farkı hala ikiydi, Kırmızı Şeytanlar’ın atacağı bir gol onları üst üste 3. şampiyonluklarına taşıyacaktı. Ancak karşılarında bir Çek duvarı vardı, Ludek Miklosko. Kalesine gelen tüm topları bir şekilde uzaklaştırıyor, şans mı konsantrasyon mu bilinmez bir türlü geçit vermiyordu. 90+1’de Jamie Redknapp frikik için topun başındaydı ve Rovers kalecisi Tim Flowers güneşten pek de bir şey göremiyor gibiydi ve inanılmaz bir şut ağları buldu. Rovers, Anfield deplasmanında 2-1 geriye düştü ve bu haber Boleyn Ground’da çok geçmeden yayıldı. Sir Alex yerinde duramıyor, United yükleniyordu. Ancak Ludek Miklosko’nun o gün kaybetmeye pek niyeti yoktu. Maç 1-1 sona erdi ve Blackburn Rovers, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce oynanan son sezondan yani 1913-14’ten sonra ilk defa şampiyon oluyordu. Bu günün üzerinden yıllar geçtiğinde bile mikrofon uzatılan Miklosko “O gün United’ı nasıl durdurduğumu anlatmaktan asla bıkmayacağım.” diyordu.
Tabi ki bu şampiyonlukta takım sahibi Jack Walker ve teknik direktör Sir Kenny Dalglish’in büyük payları yadsınamaz. Ancak kupayla verilen şampiyonluk pozlarında oyuncular her zaman ön plandadır ve kilit rollerden bahsetmemiz gerekiyor:
Tim Flowers: 42 maçta yenen 39 gol gözlere biraz fazla gözükse de Rovers ligde Manchester United ve Liverpool’un ardından en az gol yiyen takım oldu. Flowers da genel anlamda iyi bir kaleciydi ve o dönem kalecilerden tek beklenen görev kurtarış yapmaktı. 1993-98 yılları arasında 11 kez milli oldu. Flowers’a kötü bir şey olsa ne olurdu dersiniz? Tahmin etmek kolay çünkü genç Shay Given kenardaydı. :)
Graeme Le Saux: Takımın sol beki Le Saux Chelsea’den Dalglish’in belirli bir plan dahilinde takıma kattığı bir isimdi. Sol tarafı tamamıyla kullanabilen, teknik kapasitesi yüksek bir oyuncuydu. Oyun tarzı günümüzdeki beklere çok benzeyen, dönemine göre modern bir futbolcuydu. Robbie Fowler ile homofobi hakkında yaşadıkları tartışmalar futbolu bıraktıktan sonra da peşini bırakmadı. Dikkat çeken başka bir detay; Chelsea’nin alışılagelmiş transfer alışkanlıklarının bir parçası olmasıydı. Nitekim 1993’te kendisini 700.000 Pound’a Rovers’a yollayan Londra’nın mavi tarafı 1997’de Le Saux’yu 5 milyon Pound’a geri almıştır.
Henning Berg: İskandinav futbolcuların Avrupa’nın büyük liglerinde popüler olmaya başladığı bu dönemde Berg, Rovers ile şampiyon oldu ve sağlam bir görüntü verdi. Hem stoperde hem sağ bekte oynayabilen savunmacının döneme göre ortalama üstü bir ayak kalitesi vardı. Sonraları David May’in ardından Blackburn’den United’a transfer yapan ikinci savunmacı oldu. Ne yazık ki kendisi futbolseverler tarafından mavi-beyaz formayla kupa kaldırırken değil, United formasıyla Redondo’dan yediği muhteşem çalımla hatırlanır.
Tim Sherwood: Bu isim sizlere daha tanıdık geldi, evet, kendisini birkaç yıl önce Tottenham yedek kulübesinin önünde takımını yönetirken gördük. Kendisi o dönem “düz” görülen ancak şimdi çok değerli olan orta saha oyuncularının başını rahatlıkla çekebilir. Şampiyon oldukları sezon yılın takımına da seçilmiştir.
SAS: Bu kısaltma “Shearer and Sutton” demektir ve yazarken benim de kendilerini ayırmaya gönlüm el vermedi. Premier League’in halen en golcü oyuncusu olan Shearer o sezon 34 gol ve 13 asistle oynadı, devamı gelecek olan ilk gol krallığı tacını aldı. İkiz kuleleri tamamlamak için Norwich’ten rekor bir ücretle transfer edilen Chris Sutton ise kendisine 15 golle destek verdi. Shearer’ın sonrasında nasıl bir kariyeri olduğu daha göz önünde olsa da Sutton da Chelsea ve Celtic’te başarılı sezonlar geçirdi.
Bahsettiğimiz gibi 1994-95 sezonu ikonik bir sezondu ancak son günü daha da inanılmazdı. Blackburn Rovers hayal kırıklığı gözyaşları ve sevinç çığlıklarının artarda geldiği bir kaç yoğun dakika yaşadı ve mutlu sona ulaştı. Çok çok büyük ihtimalle; Liverpool efsanesi Sir Kenny Dalglish’in Liverpool kaybetsin diye uğraştığı ve umduğu, “Tek amacım Liverpool’u o lanet tüneğinden indirmekti.” diyen Sir Alex Ferguson’ın ise Liverpool’un kazanmasını isteyeceği ve bunun eş zamanlı gerçekleştiği bir gün daha yaşayamayacağız. Bir diğer baş rol West Ham United’ın ise tek bir motivasyonu vardı, kendileri için “hain” statüsündeki Paul Ince’in bir kupa daha kaldırmaması :)
çok farklı ve kaliteli bir yazı olmuş