top of page
Türkay Çekiç

1994 Yılındaki Hüzün Sonrası Fransa'nın Yükselişi - RESET

Güncelleme tarihi: 19 Haz 2023

13 Ekim 2015 gecesini hepimiz hatırlarız. Futbol tarihimizde yaşadığımız en çılgın ve coşkulu anları şöyle bir hatırlasak, ilk üçte kendine rahatlıkla yer bulur o gece. Bir türlü diş geçiremediğimiz İzlanda’ya son dakikalarda Selçuk İnan’ın attığı frikik golü, Kazakistan’ın son altı yılda ilk defa deplasmanda kazanması ile birleşince EURO 2016’nın yolunu tutmuştuk. Ancak, perspektifimizi biraz daha genişlettiğimizde geçmişte öyle bir gece var ki, büyük dram ve sevinçleri bir arada yaşatan ve en önemlisi büyük bir “reset”e vesile olan: 17 Kasım 1993.

17 Kasım 1993 gecesi, “Yeni Dünya” Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılacak olan 1994 Dünya Kupası Avrupa elemelerinin son gecesi. Anormal olan ise eski dünya şampiyonları İngiltere ve Fransa’nın, son Avrupa Şampiyonu Danimarka’nın ve çok iyi bir kadroya sahip olan ve favorilerden sayılan Fransa’nın tamamının gruptan çıkma şanslarını son maça bırakmasıydı. Hazır 2022 Dünya Kupası kapımızdayken biz Fransa’nın dramatik hikayesini ele alacağız.


amerika dünya kupası

Aslında karmaşa, bahsettiğimiz gece olan 17 Kasım’dan önce başlıyor Fransa’da. Son maçtan bir önceki maç olan ve 13 Ekim 1993’te oynanan İsrail maçı öncesi Fransız medyası kendinden çok emin. Fransız futbolunun nüfuzlu ismi Platini kazanıp gruptan çıkmayı garantileyeceklerini ifade eden demeçler veriyor, milli oyuncular ise Amerika’da neler yapacaklarına dair basına konuşuyorlardı. Yanlış anlaşılmasın, 30 yıl önceden bahsediyoruz, dünya henüz bu kadar küçük değil. Maçta daha 21. dakikada geriye düşen Fransa ilk yarı bitmeden öne geçiyor ancak sonuncusu son dakikada gelen iki gol daha yiyerek İsrail’e deplasmanda 3-2 kaybediyorlardı. Platini bu maçı “utanç verici” olarak tanımlarken Fransız millilerde ise bir ay sürecek olan stres ve kaygı hali başlıyordu. Tabi ki bu tabloda o dönem müthiş bir jenerasyon yakalamış Bulgaristan ve kadrosunda Dahlin, Brolin, Limpar, Thern gibi yıldızlar bulunan İsveç de iştahlanıyordu. Nitekim ilk 2 gruptan çıkacaktı ve son maça sırasıyla İsveç, Fransa ve Bulgaristan; 14, 13 ve 11 puanlarla giriyordu. Anlaşılacağı üzere Fransa’ya evinde alacağı bir beraberlik yetiyordu.


Fransa

17 Kasım 1993 gecesi Parc des Princes’de Fransa 48.400 kişinin önüne bir bayram havasında çıkıyordu. Taraftarlar takımlarına güveniyor ve Yeni Dünya’ya kendileri için ayırılmış bir biletin olduğunu düşünüyorlardı. Ne olabilirdi ki, sadece beraberlik yeterliydi. Maç başladı, 32. dakikada şimdilerde genç neslin müthiş(!) kahkahasıyla tanıdığı Marcel Desailly ile başlayan atakta uzun topu ceza sahasında Jean Pierre Papin indiriyor ve henüz büyük skandallara karışmamış Eric Cantona net bir vuruşla Bulgar kaleci Mihaylov’u mağlup ediyordu. (Evet sevgili FMciler oğlu da kaleciydi.) Ancak tribünlerin sevinci sadece beş dakika sürüyor ve o dönem Sporting’de oynayan ve sonrasında Stuttgart’ta fırtına gibi esecek olan Krasimir Balakov’un kullandığı kornerde sakatlıklardan fırsat bulduğunda Türkiye’de ağzımıza bir parmak bal çalan Emil Kostadinov muhteşem bir kafa vuruşu ile beraberliği sağlıyordu. Ne olabilirdi ki? Beraberlik yetiyordu.


Fransa

Dakikalar geçiyor maç daha gergin bir hale geliyordu. 69. dakikada neler yaşayacağını bilmez bir halde saçları ve görünüşü ile adeta bir rockstar olan David Ginola, Jean Pierre Papin’in yerine oyuna girdi. Süre ilerliyor ama pek de bir aksiyon yaşanmıyordu, malum dönemin futbolu biraz daha farklı. Dakika 90+4’de Fransa sağ kanadından Bulgaristan yarı sahasında bir serbest vuruş kullanıyordu. Yana pas ile kullanılan serbest atışta top Ginola’nın ayaklarına geliyordu. Biraz oyunu bilen bir futbolsever şöyle düşünürdü: Ginola topla oldukça iyi, korner direğine doğru topu sürer ve zaman geçirir. Peki gerçekte ne oldu? Ginola ceza sahasında tek başına gezinen Cantona’ya çok kötü bir orta yapıyor, topu kapan Bulgaristan üç pasta Fransa ceza sahasına ulaşıyor ve sağdan süzülen Kostadinov yine mükemmel bir vuruşla topu üst direğe de çarptırarak Bernard Lama’yı mağlup ediyordu. Kostadinov çılgınca sevincini yaşarken; Cantona, Papin, Ginola, Roche, Desailly, Petit, Sauzee, Le Guen, Deschamps’lı kadro evinde kalıyor; Stoichkov, Kostadinov, Balakov, Yankov, Letchkov ve Penevli Bulgaristan Amerika’nın yolunu tutuyordu. Hakkını da verdiklerini söylemek gerek, 1994 Dünya Kupası yarı finaline kadar ulaştılar.

Peki sonra neler oldu? Sessizliğe bürünmüş Parc des Princes basın odasında soruları yanıtlayan Gerard Houllier bir yıl daha kontratı olduğunu ve istifa etmeyeceğini söylerken bir tane günah keçisini de ortaya atmayı ihmal etmiyordu: David Ginola. “Fransız milletinin kalbine adeta bir Exocet füzesi (Fransız yapımı bir gemi füzesi) attı.” diyordu yaptığı orta için. “Her şey çok çabuk olup bitti, en kötü zamanda sırtımızdan bıçaklandık. David korner bayrağına doğru yöneldiğinde hakem düdüğü ağzına götürdü ancak o 60 metrelik kötü bir orta yapmayı seçti.” diye de ekliyordu star oyuncu hakkında.


Fransa

David Ginola ise “Bu açıklamalar yıllarca peşimden geldi. Tüm futbol hayatımı takip etmiş dedem açıklamalardan sonra hasta oldu ve neredeyse kaybediyorduk. Benim yerimde zayıf bir insan olsaydı çoktan yerle bir olurdu.” diyordu konu hakkında. Yıldız oyuncu hiç de haksız sayılmaz, önce Keegan’ın “entertainer” Newcastle’ında iyi bir performans gösterdi, sonra da görkemli bir şekilde Tottenham’a transfer oldu. Vücudunun üst bölgesindeki kasları da sergilemekten çekinmediği imza töreni fotoğrafı yıllar sonra bile fenomen. İkili arasındaki bu sürtüşme resmi makamlara da taşındı ve Ginola, Houllier’i “iftira ve hakaret” şikayetiyle mahkemeye verdi. 2012 yılında ise mahkeme davayı, belirtilen durumların oluşmadığına işaret ederek düşürdü.


Fransa

Peki “Horozlar”a ne oldu? Houllier, açıklamalarından günler sonra görevden alındı ve yerine yardımcısı Aime Jacquet getirildi. Kim bilir, belki de başarı için ilk adımdı bu. En yakın turnuva olan EURO 96 kadrosuna baktığımızda o geceden farklı olarak kadroya Fabien Barthez, Eric Di Meco, Frank Leboeuf, Zinedine Zidane, Sabri Lamouchi, Christian Karembeu, Patrice Loko, Christophe Dugarry gibi isimlerin eklendiğini, Djorkaeff ve Lizarazu’nun daha fazla şans bulduğunu görüyoruz. Geçmişteki takımın ağır isimlerinden Papin, Cantona, Ginola, Paul Le Guen ve Franck Sauzee’nin çemberin dışında kaldığını, Roche ve Lama’nın rotasyon oyuncusuna evrildiğini, şampiyon olunan 1998’de ise eski isimlerden sadece Blanc, Deschamps ve farklı rolde oynayan bir Petit’yi üç renkli formada izliyoruz. Aime Jacquet’nin burada yaptığı iş hiç ama hiç ufak değil. Futbolculuk döneminde ligi domine eden St. Ettienne bünyesinde bulunmuş, milli takım görevini kabul etmeden önce 17 yıl teknik direktörlük yapmış biri de olsa, hiç kolay değildi. Önce Lillian Thuram ve Zinedine Zidane’ı sadece ilk 11’e değil, her yönüyle takıma monte etti. O kötü gecede bile hocası Ginola’yı ateşe atmışken “takım halinde kötüydük, bir kişinin suçu değil” diyebilen Deschamps’ın liderliğinden en iyi şekilde yararlandı. Euro 96’da gelen yarı final ve elenmenin o efsanevi Çek Cumhuriyeti’ne karşı penaltılarla olması da Jacquet’ye yeterli gelmedi ve devinimi devam ettirdi. 1998’de Patrick Vieira’yı ana parçalardan biri yaparken genç Henry ve Trezeguet’den de grup aşamasında maksimum faydayı almayı bildi. Şundan da bahsetmek gerekir ki, 1998 Fransa seçimlerine yaklaşılırken sağ görüşlü ve Fransız vatandaşı olsa bile göçmen karşıtı politikalar yükselişteyken Zidane, Thuram, Desailly, Vieira gibi isimleri oynatmaya devam etti. Bir de bunların arkasından gelen Euro 2000 var ki, neyse, uzatmayalım. Ama günah keçimizi bir kez daha analım. 1998 Dünya Kupası kadrosuna çağrılmayı bekleyen David Ginola şampiyonluk sonrası “Fransa için mükemmel bir gün, ama bireysel olarak benim için bunları izlemek çok acı.” diyordu


Fransa

Sanırım, tekrar zirveye çıkmak için mutlaka bir kere dibe vurmak, toplanmak için önce bir dağılmak gerekiyor. Bir ülke milli takımının olabilecek en kötü şekilde elenip futbolcusu-hocası birbirine düşmüş bir durumdan sonraki üç büyük turnuvada bir yarı final iki şampiyonluk çıkarması inanılmaz bir durum. Bir “reset” tuşunun varlığı ise her daim bir ihtiyaç.


Tüm futbol ve spor haberleri için bizi takipte kalın!

Comments


bottom of page