top of page

Emre Tilev Röportajı

Ünlü Türk spor spikeri, akademisyen, öğretim görevlisi, yazar, gazeteci ve gıda mühendisi Emre Tilev ile birlikte doyurucu bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bize bu fırsatı tanıdığı için Linesman ekibi adına teşekkür ediyor ve röportaja geçiyoruz.


Sizi tanımayan arkadaşlarımız için biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Merhaba, ben 1971 yılında Ankara’da doğdum. İlkokulun ilk bölümünü Ankara, geri bölümünü ise İzmir’de okudum. İzmir’de İnönü Lisesi’nden mezun oldum. Şimdi ki adıyla İnönü Anadolu Lisesi. Devamında Gıda Mühendisliği için Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği'ni kazandım ve 1989 yılında orada Gıda Mühendisi olarak tahsil hayatıma başladım. Aynı zamanda o yıllarda yeni açılan radyolarda yavaş yavaş programlara başlayıp 1994 yılında da ulusal kanala geçiş yaptım. Babam deniz astsubayı idi, 1986 yılında istifa ederek Opera yapmaya başladı. Hayatının son bölümünde 30 yıl kadar Opera sanatçılığı yaptı. Aslen İzmirliyiz ama annem Selanikli. Genel olarak sakin ve sükunetli, 1998’den beri evli ve 1 çocuk babasıyım. Oğlum 2004 doğumlu, 19 yaşında ve şu an İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Gemi İnşaat ve Makineleri mühendisliğinde öğrenci konumunda.


Emre Tilev
Emre Tilev

Spikerlik aslında milyonların sizin sesinizi duyması demek. Bu doğrultuda kariyerinizde spikerlik anında zorlandığınız bir sekans var mı?

Spikerlik, benim için bir tutku ve bu yüzden maç anlatmaktan büyük bir keyif alıyorum. Herhangi bir noktada veya eksiklikte zorlanmam, zorlandığımı da hiç düşünmüyorum çünkü keyifli. "İnsan sevdiği işi yaparsa aslında hobisini yapıyormuş" der bazı uzmanlar. Ben de hobilerimden birini gerçekleştiriyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Özellikle maç anlatmak benim için çok değerli. Ekrana çıkıp program sunmaktan daha çok maç anlatmayı seviyorum. Tabi insanın kariyerinde çok önemli anları olabiliyor. O anlara dönüp baktığımda "aa çok enteresanmış" dediğim zaman dilimlerini geride bırakmış oluyorum. Örneğin bir Galatasaray – Bordeaux maçım var anlattığım. Babamı 2016’da kaybettim, babamın benimle birlikte olup, benim de anlattığım tek maçtı. Sıkı bir Galatasaraylı olan babam için anılarla dolu benim için ise asla unutamayacağım bir mücadele olmuştu. Bu bağlamda o maçta benimle olması, sonraki süreçte bir daha hiç benim anlattığım maça dahil olamaması -ya da öncesinde- benim için bu maçı çok daha anlamlı ve değerli kılıyor.


Özellikle futbol olmak üzere ülkemizdeki spora bakış açısını nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye’de maalesef futbol seyircisi yok. Skor seyircisi var. Daha çok galibiyeti sever var. Hatta sporsever değil skorsever var. Tüm bunlar alt alta yazıldığında Türkiye’de spora karşı çok fazla bir ilginin olduğunu düşünmüyorum. Futbolda kazanma dürtülerine çok yoğun ilgi var diye düşünüyorum. Kaybetmek sanki dünyanın sonuymuş gibi düşünülüyor. O yüzden Türk futbol seyircisinin tavrını, mentalitesini ve bakış açısını çoğu zaman beğenmiyorum maalesef. Tribünlerde yan yana oturup maç seyredebilme kabiliyetini yakalayamadık. Oysa geçmişte hep beraber maç seyredilebiliyordu. Bu noktada özellikle futbol adamları (kendilerine futbol adamı diyorlar ama bunların çoğu inşaat mühendisi çoğu müteahhit ve iş insanı) takımların başına geldiklerinde kazanamamalarının faturasını ya teknik adamlara ya da futbolculara kesiyor. Son olarakta hakemlere ve federasyona fatura ediyorlar. Yani kendi yanlış transferleri ve kendi başarısızlıkları birileri tarafından başkalarına mal ediliyor. Bu da kitleleri birbirine karşı kışkırtıyor ve özellikle başkanların yapmış olduğu demeç savaşları kitlelerin anlama kabiliyetleri üzerindeki etkileriyle ciddi anlamda sıkıntılı ve kavgacı bir atmosferi oluşturuyor.


Emre Tilev
Emre Tilev

Malum hızla gelişen bir sosyal medya var. Bu sosyal medya dinamikleri sizce oyunun ana şablonuna etki ediyor mu?

Sosyal medya ile kulüp yönetme çabasında olan başkanlar var maalesef. Sosyal medya ortalama 2 milyon kişinin döngülendiği bir ortam. Oysa Türkiye 85 milyon. Lakin ne yazık ki Türkiye’de sosyal medyayı her şekilde öne çıkartıyorlar. Sonuç böyle olunca da başkanlar o 2 milyon kişinin görüşlerine, düşüncelerine ve izledikleri yola kulak verme çabasına giriyor. Sadece başkanlar değil. Eskiden spikerliğin bir adabı vardı o adapta bozulmuş durumda. Şimdi pek çok kişi kendini kameraya çekerek maçlarını sosyal medyadan nasıl anlattıklarını, gol coşkusunu nasıl verdiklerini gösteriyor. Bu bana çok etik gelmiyor. Ama bu bütün meslek gruplarında öne çıkmaya başladı. Ameliyatını çeken doktordan tutun çöp toplayan çöpçüye kadar… Tüm bunları alt alta yazdığımızda sosyal medya hayatın içerisindeki en önemli dinamiklerden birisi. Yani Türk futbol şablonuna etki ediyor mu, evet ediyor. Çünkü başkanlar, sosyal medyanın bütün Türkiye’nin görüş ve düşüncesini yansıttığını düşünerek onların kışkırtmalarına ve onların düşüncelerine göre hareket ediyor. Tabi ek olarak başkanları sıkıştıran 200 bin, 500 bin takipçisi olan ve onlardan para kopartma çabası içerisinde olan fenomenler var. Bu belki de Türk futbolunun en tehlikeli tarafı. Başkanlar onlara teslim olmuş durumda.


Babanınızın iyi bir Galatasaraylı sizin ise iyi bir Beşiktaşlı olduğunuzu biliyoruz. Beşiktaş’ın bu seneki kaotik ortamını nasıl yorumlarsınız? Yolun sonu aydınlık mıdır?

Bir yanlışı düzeltelim. Ben Beşiktaşlı değilim, oğlum iyi bir Beşiktaşlı. Evet, babam iyi bir Galatasaraylı.


Maalesef Beşiktaş’ta yanlış yönetim, Ahmet Nur Çebi’nin yanlış tavrı, Ceyhun Kazancıoğlu ile ortak paydaşta buluşması, Şenol hocayı getirmedeki geçlik, Sergen hoca ile daha erken anlaşması gerekirken bütün yazı boş geçirmesi derken tüm fatura bence Ahmet Nur Çebi’nin aslında. Bundan sonra Serdar Adalı ile Hasan Arat arasında geçecek bir yarış var. Ben biraz daha Hasan Arat’ı destekleyen taraftayım ama sonuç itibariyle kazanan tarafın Beşiktaş olması gerek. Tabi Sayın Ahmet Nur Çebi döneminde çok fazla üye kulübe dahil edildi. Bu üyelerin tavrının ne olacağı merak konusu. Ama bir gerçek var ki: Türkiye’de kulüpler -sadece Ahmet Nur Çebi özelinde değil- kötü ve popülist yönetiliyor. Buna bağlı olarakta yanlış adımların atılmasına, pahalı transferlerin, gereksiz transferlerin ve yaşı geçmiş oyuncuların ülkemize gelmesine sebep oluyor. Yani burada bir verimlilik olmuyor. 8+3 çok anlamlı değil bence, burada 6+5 hatta 5+6 olup daha fazla genç oyuncuya şans verilmesinden yana tavır konulması gerekiyor.


Emre Tilev
Emre Tilev

Milli takımın mevcut performansı hakkındaki görüşleriniz ve Euro 2024 tahminleriniz nelerdir?

Milli takım performansını çok başarılı buluyorum. Özellikle Montella geldikten sonra genç oyuncular daha fazla süre bulmaya başladı. Ek olarak kendi tanıdığı oyunculara da şans vermeye başladı ki bu değerli.


Ek olarak mayıs ayına kadar daha çok oyuncu form tutacak. Hakan Çalhanoğlu katılacak ve Arda iyileşirse ki umut ediyorum o da katılacak. Kenan başarılı işler yapıyor. Özetle, her şey güzel olacak diye düşünüyorum.


Diğer taraftan 2024’te çok güçlü takımlar var. İyi bir mentalite olursa 2000 yılında Mustafa Denizli ile çeyrek finalde Portekiz’e yenilmeseydik yarı finali görecektik. Ki penaltı kaçırdığımız bir maçtı. 2008’de son 4 takım arasına girmeyi başardık. 2016 ve 2020 bizim için hayal kırıklıkları oldu belki ama 2024’te Almanya’da Alman taraftarlar kadar etkili olabilecek bir Türk taraftar topluluğu var. Ben oldukça başarılı olabileceğimizi düşünüyorum. Ama futbol mantalitemizin olması lazım. Hala bir futbol mantalitemizin ve seyir zevkini tetikleyecek hamlelerin olmadığı fikrindeyim.


Avrupa’da desteklediğiniz veya sempati beslediğiniz takımlar var mı?

Desteklediğim takım var elbette. Ben henüz 5-6 yaşından beri Liverpool taraftarıyım. Liverpool’a karşı büyük bir sevinç, büyük bir heyecan ve coşkum var: Keegan’lar, Kenny Dalglish’ler, Grobbelaar’lar Ian Rush'lar… Acayip bir tutkum var. Hatta 15’e yakın Liverpool formam var. Anfield’da maç anlatmak bana büyük coşku veriyor. Aynı şekilde The Pacemakers grubunun You Never Walk Alone şarkısını kitaplaştırmıştım. "Tarihi sen yaz" kitabında bu şarkıdan bahsederim. Benim için Avrupa’da tek takım var o da Liverpool.

bottom of page