Birçok spor dalında yer alan sporcuların kimi zaman yazılarıyla kimi zaman podcast programlarıyla kendilerini ifade etme şansı yakaladığı The Players Tribune bloğunda, bu kez Real Madrid’in Uruguaylı yıldızı Federico Valverde hayatını anlatan isim oldu. Biz de bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedik.
“Mucize” başlığıyla paylaşılan yazıda Federico Valverde, küçüklüğünü, Real Madrid’e transferinin nasıl gerçekleştiğini ve ailesiyle beraber verdiği mücadeleleri anlatıyor:
Hayatıma dönüp baktığımda üç mükemmel gün geçirdiğimi görüyorum.
İlki Real Madrid'in beni çağırdığı gündü.
İkincisi oğlum Benicio'nun doğduğu gündü.
Üçüncüsü ise oğlum Bautista'nın doğduğu gündü.
O üçüncü mükemmel gün için ailem cehennemi yaşamak zorunda kaldı.
Uruguay'da işler farklıdır. Zorluk kanımızda var
Size bu hikâyeyi anlatmak istiyorum. Genelde pek konuşkan biri değilimdir. Bazı şeyleri kendime saklamayı severim. Ama bunu anlatmam gerektiğini hissediyorum, çünkü bazı insanlara yardımcı olabileceğini biliyorum. Özellikle de benim gibi acılarını herkesten saklamayı tercih edenlere. Ve inanın bana, Güney Amerika'da bizden çok var. Ancak bu hikâyeyi anlatmak için en baştan başlamamız gerekiyor. Eğer sizinle şu anda olduğum adam olarak konuşacaksam, o zaman benim eskiden olduğum çocuğu anlamanız gerekir. Uruguay'da işler farklıdır. Zorluk kanımızda var.
Babam kumarhanede güvenlik görevlisi olarak çalışırdı. Annem bitpazarında el arabasıyla kıyafet ve oyuncak satardı. Kutularla dolu kocaman alışveriş arabasını sokakta iterken tekerleklerin çıkardığı ses hâlâ kulaklarımda. Sadece Hulk'un yapabileceği bir şey gibi görünüyordu ve o sadece benim zavallı küçük annemdi! Ama o bir savaşçıydı, dostum. O arabayı markete götürecekti. Sıcakta, soğukta, gök gürültüsünde… Bazen onunla birlikte giderdim ve kutuların üstüne oturup arabaların geçişini izlerdim, onun fedakârlığının farkına varmadan. En kötüsü de uzun bir günün sonunda tüm giysileri katlamak ve her şeyi yeniden toplamak ve s****** arabasını eve geri itmek zorunda kalmanızdı! Sonra akşam yemeği pişirmek! Ve kirli çoraplarımı yıkamak! Hayal edebiliyor musunuz? Size söylüyorum annem, o benim kahramanım.
Bir saat boyunca, küçük et parçamızla birlikte otururken, herkesten daha mutluyduk.
Annem sabah 8'den akşam 7'ye kadar, babam da akşam 8'den sabah 6'ya kadar çalışıyordu. Birlikte oturup üçümüz için küçük et parçamızı yiyebileceğimiz altın bir saatimiz vardı. Ve şimdi her şeyi düşündüğümde bana inanılmaz gelen şey, annemin her zaman kolamı içtiğimden emin olmasıydı. Dostum, kola konusunda biraz şımarıktım. İspanya'da ya da Amerika'da çoğu insana hiçbir şey gibi gelmeyecektir. "Sadece bir kola. Neredeyse bedava." Ama benim için daha çok şampanya gibiydi.
Ben bir kutu kola içebileyim diye bazen neleri feda ediyordu, bilmiyorum bile. Bilmek istediğimden de emin değilim. Çocukken çok saf oluyorsunuz. Annenizi yemek yemezken görürsünüz ve şöyle düşünürsünüz: "Aç değil mi? Bu çok garip. Ben açlıktan ölüyorum." Geriye dönüp baktığınızda ne yaptığını anlıyorsunuz. Günün sonunda yemek masasında birlikte olduğumuz sürece, bu onun mutluluğuydu. Bir saat boyunca, küçük et parçamızla birlikte otururken, herkesten daha mutluyduk.
Yine de dürüst olmak gerekirse, içinde bulunduğumuz koşullar beni etkiledi. Futbol oynamaya başladığınızda ve arkadaşlarınızın sizden daha fazlasına sahip olduğunu gördüğünüzde - biraz daha fazla olsa bile - bu utanç verici olabilir. Takım arkadaşlarımın evime gelmesini istemediğimi hatırlıyorum çünkü televizyonda sadece üç kanalımız vardı - ücretsiz olanlar! Yazın geceleri yatağa girdiğinizde köşede üşüyen hamamböceklerinin sesini duyardınız. Yatağım yerdeki bir şilteden ibaretti. Yaylar o kadar kırıktı ki, ortasına yatarsanız "sandviç" olurdunuz ve yardım için bağırmak zorunda kalırdınız. Şimdi bana komik geliyor. Ama o zamanlar biraz utanıyordum. Çocukların 11-12 yaşlarında ne kadar acımasız olabileceğini bilirsiniz. Nasıl yaşadığımızı görürlerse beni mahvedeceklerini düşünürdüm. Bu yüzden çok sessiz bir çocuktum, hep içime kapanıktım.
Duygularımı futbola kanalize ettim. Ve futbol sayesinde ailemin durumunu değiştirebildim. Ne yazık ki bu beni de değiştirdi. Peñarol'da 16 yaşında profesyonel olduğumda kendimi Tanrı sanıyordum. İnsanların, hiç kimse olmaktan çıkıp şehrinizde sokakta yürürken birdenbire sizinle selfie çektirmek isteyen yetişkin erkeklerle karşılaşmanın ne kadar çılgınca olduğunu anladığını sanmıyorum. Geçen hafta yüzünüze bile bakmayan kızlardan DM'ler alıyorsunuz. Herkes arkadaşınız olmak istiyor. Benimki gibi harika ebeveynlere sahip olsanız bile, yoldan sapmamak mümkün değil. Sosyal medya çağında büyüyen bizler için bu etki çok güçlü.
Birçok genç futbolcu gibi ben de eski arkadaşlarımı yenileriyle değiştirmiştim. Çok çılgınca bir şey yapmıyordum. Ama şımarık biriydim. İmza almak için çitlerin arkasında bekleyen küçük çocukları hatırlıyorum ve "Ehhhh. Bugün çok yorgunum." Bütün bu çocuklar çığlık atıyor: "Fede! Hey, Fede! Lütfen!" Bu bana iki dakikaya mal olacaktı ve ben de arkamı döndüm. Geriye dönüp baktığımda bu beni öldürüyor, çünkü ailem beni böyle eğitmemişti. Gerçekte, ben hiç kimseydim. Futbol oynayan, hayalleri için savaşan bir aptaldan başka bir şey değildim. Bir kola ile mutlu olan çocuğa ne oldu? Bunu açıklayabilmemin tek yolu ani şöhretin beni kör etmiş olması. Aynı zamanda futbolun ticari yönünü de o zaman öğrenmeye başladım.
“Lanet olsun Fede, Arsenal'e gidersen güzel bir yatağın ve 30-40 dakika sıcak kalan bir duşun olacak!”
Google'da beni aratırsanız 16 yaşındayken neredeyse Arsenal'e gittiğime dair hikâyeler görürsünüz. Bu belki yarı yarıya doğrudur. Arsenal'e karşı değilim ama İngiltere'ye gitmeyi hiç istemedim. O zamanlar futbolun iş tarafı ağır basıyordu. Bazı insanlar bana "Kim Arsenal'de oynamak istemez ki? Burada, Uruguay'da mı kalmak istiyorsun? Bu çılgınlık!" Aslında söylemek istedikleri şuydu: "Eğer gidersen hepimiz çok para kazanabiliriz." Futbolda hayatınızın size ait olmadığını fark ediyorsunuz. Özellikle genç yaşta kendinizi rehine gibi hissediyorsunuz. Aileniz bile rehin oluyor. Futbol, özellikle Güney Amerika'daki bizler için daha iyi bir hayata kaçış ve akbabalar bunu biliyor. Size "iyi" bir şekilde baskı yapıyorlar. "Lanet olsun Fede, Arsenal'e gidersen güzel bir yatağın ve 30-40 dakika sıcak kalan bir duşun olacak! Böyle bir hayatı kim istemez ki?"
Beni bir haftalığına Londra'ya denemeye gönderdiler ve hiç rahat edemedim. Sadece maddi şeyleri düşünürseniz kulağa harika geliyor. Ama biz robot değiliz. Gerçek şuydu ki ailem benimle Londra'ya gelemezdi. Tek başıma, dil bilmeden, 16 yaşında yaşamak zorunda kalacaktım. Hayır diyecek kadar ya deliydim ya da cesur. Ailemle birlikte kalabildiğim sürece bana dondurucu duşlar verin. Kafamda, tüm kariyerim boyunca Uruguay'da kalacağımı düşünüyordum. Sonra tüm hayatımı değiştiren bir telefon aldım. Paraguay'daki Güney Amerika 17 Yaş Altı Şampiyonası'nda oynuyordum. Çok başarılıydım ve ertesi gün Arjantin'le büyük bir maç oynayacaktık. Otel odamda oturuyordum ve ailem de başka bir odada kalıyordu. Annem beni aradı ve "Hey, hemen odamıza gel. Burada seninle konuşmak isteyen bazı insanlar var."
"Fede, hemen gel. Bu adamlar Real Madrid'den."
Sokağa çıkma yasağımız vardı ve odalarımızdan çıkmamamız gerekiyordu, ben de "Gelemem anne. Gitmem gerek." dedim. Telefonu kapattım. Beni geri aradı, "Fede, hemen gel. Bu adamlar Real Madrid'den." Gerçekten şaka yapıyor sandım. Neler olduğunu görmek için odaya koştum ve orada daha önce hiç görmediğim iki adam vardı. Gözlerinde yaş vardı. Ama o her zaman ağlar, bu yüzden hala ne düşüneceğimi bilmiyordum!
"Anne saygısızlık etmeden...." dedim.
Dedi ki, "Fede. Kapa çeneni. Bu adamları dinle. Sana iyi haberleri var."
Adamların Peñarol'dan geldiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Bana yeni bir sözleşme vereceklerini düşünmüştüm ve 16 yaşındaki beynimin ilk düşüncesi şuydu: Kahretsin, belki Arjantin maçı için yeni ve güzel Nike kramponlar alabilirim. Belki bir PlayStation bile alabilirim. Adamlar Güney Amerika İspanyolcası değil Kastilya İspanyolcası konuşmaya başladılar ve ben de şöyle düşündüm: Vay anasını. Buralı değiller. Bu gerçek mi? Bana dediler ki, "Biz Real Madrid'deniz. Bizim için bir yıldız olabileceğine inanıyoruz. Senin ve ailenin Madrid'e taşınmanızı istiyoruz."
Dünyada 500.000 oyuncu var ve Madrid benimle sözleşme imzalamak mı istiyor? Ne??? Kelimenin tam anlamıyla koşarak odadan çıktım. "Babam nerede?" diye bağırıyordum. Babama söylemem lazım!" Lobiye koştum. Babam ayakta durmuş diğer ebeveynlerden biriyle konuşuyordu ve ben de "Baba! Baba! Madrid burada!" dedim. "Ne?" dedi. Ne demek buradalar? Nerede?" dedi. Dedim ki, "Odadalar! Benimle sözleşme imzalamak istiyorlar! Real Madrid benimle sözleşme imzalamak istiyor!" Bana dünyanın en deli insanıymışım gibi baktı. Dedi ki, "Odada mı??? Burada ne yapıyorsun? Yukarı çık, seni salak!!!!"
O gün hayatımın ilk mükemmel günüydü. Çünkü ailemin ne kadar heyecanlı olduğunu gördüm. Annem her şeye ağlar ama babam kaya gibidir. Onun duygularını göstermesi için çok şey gerekir ama ben küçük bir çatlak gördüm! Gözlerindeki ışığı gördüm.
"Oğlum Real Madrid'de oynuyor."
Bu cümleye dünyada biçebileceğiniz bir fiyat yok. Dünyanın zirvesindeydim. Birkaç aylığına. Sonra hayat bana alçakgönüllü olmam gerektiğini hatırlattı, her zaman yaptığı gibi. Size tam olarak bir serseri olduğumu fark ettiğim anı söyleyebilirim. Dinle, bir şeyi anlamak zorundasın. Bir saniyeliğine benim yerimde olduğunuzu hayal edin. 17 yaşındasın. İki yıl önce, yerdeki sandviç yatakta uyuyordun. Şimdi Real Madrid'e mi imza atıyorsun?
Madrid'e geldiğimde Messi ve Cristiano'nun tek vücutta olduğunu düşünmüştüm. Hahahah! Ciddiyim!
Kendimi savunmam gerekirse, 17 yaşındayken gerçekte ne kadar aptal olduğunuza dair hiçbir fikriniz olmuyor, özellikle de size biraz para ve övgü verirlerse. Bu kombinasyon müthiş bir uyuşturucu. Ama uyanış çağrımı çok çabuk aldım. Real Madrid Castilla ile ilk antrenmanıma çıktığımda soyunma odasına bulutların üzerinde yürüyormuşum gibi girdim. Kendime çok güveniyordum. Antrenmanla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum bile. Bulanıktı. Ama sonrasında herkesin giyindiğini hatırlıyorum ve etrafa bakıp her şeyi inceliyordum... ve sonra herkesin ne giydiğini fark etmeye başladım.
Gucci kemerler.
Yepyeni Nike'lar. Hiç çizik yok.
Louis Vuitton cüzdanlar. Louis Vuitton tuvalet çantaları.
Unutmayın, bunlar efsaneler bile değil! Benzema, Modrić ve Marcelo'dan bahsetmiyoruz! Bunlar çocuklar! Yıldırım gibi bir farkındalık yaşadım: Kahretsin, Fede. İki avroluk bir tişört giyiyorsun. Benim için Zara pahalıydı. Uruguay'da, eğer Zara giyiyorsanız, patronsunuz demektir. Etrafıma bakıyorum, ailemin evinden daha pahalı saatler takan adamlar görüyorum. Her şey bir anda kafama dank etti: Bu oyunun seviyeleri var, seni serseri! Sen bir hiçsin!
Ben bir çocuktum.
Futbolun komik yanı da bu. Milyonlarca takipçiniz, milyonlarca dolarınız ya da size en iyisi olduğunuzu söyleyen milyonlarca insan olabilir ama yine de aptal bir çocuk olabilirsiniz. Henüz hiçbir şey kazanmamıştım ve o soyunma odasındaki hiç kimse de kazanmamıştı. Neden Gucci iç çamaşırı giyiyoruz? Diş fırçamızı tutmak için neden Louis Vuitton'a ihtiyacımız var? Onları eleştirmiyorum, çünkü ben de aynı saflıktaydım. Sadece size futbol dünyasını ve bunun sizi nasıl değiştirdiğini gösteriyorum. Neyse ki ailemin değerlerini temel aldım. Hiç kimse olmadığımı fark ettiğimde, bana verilen her şeyin kıymetini bilmeye başladım. Üzerinde uyuduğum kuş tüyü yatak. Yeni kramponlarımızla gelen malzemeci. Ne oluyor be! Burası cennet! BMW X3'ümle oyuncuların otoparkına girdiğimi hatırlıyorum ve sanki bir Ferrari kullanıyormuşum gibi hissediyordum. "Çocuklar, dikkat edin. Boyayı çizmeyin!" Otoparktaki en ucuz arabaydı. Hahahah. Ama sahip olduğum ilk arabaydı ve kendimi kral gibi hissediyordum. Bu benim için güzel bir dönemin başlangıcıydı, çünkü Madrid'de henüz başarılı olamamış olsam ve hala bir hiç olsam da, bir adam olma yolundaydım. Ama futbolda ve hayatta benim için her şeyin kilidini açan şey Benicio oldu.
Benim için hikâyemin en önemli bölümü baba olmak. 19, 20 yaşlarındayken, futbol oynarken, para kazanırken, güzel arabalar kullanırken bile hala bir çocuktum. Ancak 21 yaşındayken ilk oğlum doğduğunda hayatım gerçekten değişti. O benim ikinci mükemmel günümdü. O günden önce performansımı takıntı haline getirirdim. Kötü bir maç geçirirsem, 24 saat boyunca ailemle bile konuşmazdım. Odama gider, tek başıma oturur ve hatalarımı düşünürdüm. Bu sağlıklı mı bilmiyorum ama Real Madrid'de oynuyorsanız üzerinizdeki baskı dünyanın en yoğun baskısıdır. Yani bunu %100 yaşıyorsunuz. Sadece Benicio doğduğunda, kötü bir sonuçtan sonra eve geldiğimde kendimi insan gibi hissettim. Yürümeye başladığında, elinde Buzz Lightyear oyuncağıyla kapının önünde koşarak yanıma gelir ve bana sarılırdı. Maç umurunda bile değil. Futbolun ne olduğunu bile bilmiyor. Sadece "Oyuncak Hikâyesi" oynamak istiyor.
Benim için, onun sevgisi beni bir insan ve bir futbolcu olarak değiştirdi. Zihinsel olarak ona ihtiyacım vardı çünkü dünyada kimse benim için benden daha zor olamaz. Ve bu arada, karım? Mina mı? O başka bir seviyede! Oyunu çok iyi biliyor ve Arjantinli, nasıl olduklarını bilirsiniz. Hahahah. Ne yaparsam yapayım, asla yeterli olmuyor. Ajax'ın bizi Şampiyonlar Ligi'nden elediği maçı hatırlıyor musun? Maçtan sonra arabaya bindik, ben öfkeliydim ve onun bana söylediği ilk şey: "Gerçekten mi, Fede? Ciddi misin sen? O da neydi öyle? Real Madrid'de böyle mi oynayacaksın?" "Bilmediğimi mi sanıyorsun?" dedim. "Hiçbir şeyi riske atmadın. Şut atmalısın. Oyununun en güçlü kısmı bu."
En kötüsü de - ve bunu ona asla söylemem, umarım okumuyordur - en kötüsü de haklıydı. Hahahah. Lanet olsun!
Oğlum doğduğunda inanılmaz bir değişiklik oldu.
Sanırım annem gibi, değil mi? Antrenmana çıkmadan önce oğlunuza baktığınızda kendinizi bir savaşçı gibi hissediyorsunuz. Hulk gibi. Bu, 17 yaşındayken tüm dünyanızın Gucci kemerlerden ibaret olmasından çok farklı. Oğlunuz için oynadığınızda sanki süper güçleriniz varmış gibi hissediyorsunuz.
"Her şey Tanrı'nın istediği gibi sonuçlanacak."
Benicio iki yaşındayken ve gerçek bir kişiliğe sahip küçük bir insana dönüşürken 2021-2022'de en iyi sezonumu geçirmemin sürpriz olduğunu sanmıyorum. O yıl Şampiyonlar Ligi'ni kazandığımızda, Real Madrid'de nihayet iz bıraktığımı hissettim. Birkaç ay sonra tekrar hamile olduğumuzu öğrendik. Çok ama çok mutluyduk. İlk birkaç ay her şey mükemmeldi. Ama sonra Mina bir gün bazı taramalar için doktorunu görmeye gitti ve işte o zaman her şey darmadağın oldu. Doktor bize hamileliğin son derece yüksek risk altında olduğunu ve hamileliğe devam ederse oğlumuzun yaşama şansının çok az olduğunu söyledi. Doktor, önümüzdeki ay boyunca durumu izleyeceklerini, ancak o zamana kadar beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey olmadığını söyledi.
Şu sözleri duyduğunuzu hayal edin....
"Bebeğiniz muhtemelen yaşamayacak."
O acıyı tarif edemem.
Eşim her gün fiziksel ve zihinsel olarak acı çekiyordu. Ben, bir nevi kendimi kapattım. Her şeyi içine kilitleyen biriyim. Bunun sağlıklı olmadığını biliyorum ama bu sadece benim gerçeğim. Kimsenin beni ağlarken görmesini asla istemem. Ailem bile.
Herkes acı çektiği için kaya olmam gerektiğini hissettim. Bir karakteri canlandırıyordum, biliyor musun? Güçlü, metanetli adam karıma şunu söylüyor: "Her şey Tanrı'nın istediği gibi sonuçlanacak." Ama yalnız kaldığımda saatlerce ağlardım. 15 dakika tuvalete giderdim, 10 dakika da başımı ellerimin arasına alıp ağlardım. Maç sabahı, konsantre olmam ve sakin olmam gerekirken yatakta yatıyor, oğlumuzu düşünüyordum, spiral çiziyordum….
Bazen iyi oynayamıyordum ve bunu biliyordum ve taraftarların ıslıklarını duyabiliyordum. Maçtan sonra medyanın sorularını yanıtlamak zorunda kalacaktım ve duygularımı göstermek ya da insanlara neler olduğunu anlatmak istemiyordum. Tam bir cehennemdi. Benzer şeyleri yaşayan herkese tavsiyem, benim gibi inatçı olmanıza gerek olmamasıdır. Sessizce acı çekmek zorunda değilsiniz.
Nisan ayında Villareal'e karşı oynanan maçın ardından işler dibe vurdu. Herkes manşetleri biliyor. “Hikâyenin” her iki tarafını da biliyorlar. Bu çirkin şeyleri tekrar gündeme getirmek istemiyorum. Tek söylemek istediğim şu…. Futbol sahasında bana hemen hemen her şey diyebilirsiniz ve bu beni rahatsız etmiyor. Tanrı aşkına ben Uruguaylıyım. Ancak aşmamanız gereken belirli çizgiler vardır. Bir futbolcu olarak değil, bir insan olarak.
O gün bu çizgi aşıldı.
Tepki mi vermeliydim? Belki de değil. Belki de eve gidip oğlumla hamburger yemeli, biraz tavuk kanadı yemeli ve çizgi film izlemeliydim. Ama ben bir insanım ve bazen kendiniz ve aileniz için ayağa kalkmanız gerekir. Medyanın beni şiddet yanlısı biri olarak tasvir ettiğini görmek acı vericiydi. Daha sonra doğru olmadığı kanıtlanan birçok yalan söylendi. Ama açıkçası hiçbir şeyden pişman olmadığımı söyleyebilirim çünkü bu beni daha da güçlendirdi, ailemizi birbirine daha da yakınlaştırdı.
Allah'a şükür o karanlık günün ardından işler çok daha iyiye gitti.
(Villareal forması giyen Alex Baena’nın, maç içinde Valverde'nin doğmamış oğluna hakaret ettiği iddia edilmişti. Söz konusu hakarette 'Çocuğun doğmayacak, karın düşük yapacak' dediği için Real Madrid'in yıldız oyuncusu maç sonunda Baena'yı yumrukladığı ifade edilmişti. Olaylar sonrasında ise Baena iddia edilen sözleri söylemediğini açıklamıştı.)
Eşimin sonunda neler yaşadığımızı dünyaya anlatması bizim için her şeyi değiştirdi. Takım arkadaşlarımın ve Madrid taraftarlarının arkamızı kollama şekli asla unutamayacağım bir şey. Bana ve aileme sonsuza kadar saygı duyuyorlar. Bir pası kaçırırsam adımı söyleyerek karşılık verirlerdi. Beklentilerin bu kadar yüksek olduğu Bernabéu'da bu küçük bir mucize. 80.000 kişinin beni bu şekilde desteklemesi, en kötü anımda 80.000 kez sarılmak gibi geldi. Hepinize söyleyebileceğim tek şey teşekkür ederim.
Bir buçuk ay süren cehennemden sonra hayatımızın en güzel haberini aldık. Taramalar çok daha iyiydi ve hamilelik iyi görünüyordu. Elbette hamileliğin geri kalanı hala inanılmaz derecede gergin bir dönemdi. Çok şükür haziran ayında oğlumuz Bautista dünyaya geldi.
Sağlıklı ve mutlu.
Bizim mucizemiz.
Üçüncü mükemmel gün.
Biliyor musun... Ne futbolda ne de hayatta kendime karşı yumuşak değilim. Daha önce hiç tatmin olduğumu sanmıyorum. Hiçbir zaman gerçekten başarılı olduğumu ya da yeterince şey yaptığımı hissetmemiştim. Ama o sabah hastanede eşim Bautista'yı kucağında tutarken Fede, onlara bak diye düşündüm.
Budur.
Kazandın…
Comments