top of page

Luciano Spalletti Yenilikçi mi, İnatçı mı?

Güncelleme tarihi: 9 Mar 2023

Liverpool’un yıllar sonra gelen şampiyonluğu ile sonuçlanan 2019-20 sezonunda her ne kadar hocasına kişisel antipatim olsa da her futbolsever gibi şampiyonluk mücadelesi sebebiyle Manchester City’i de izledim. Sezon sonuna doğru çokça gördüm ki Stones (neredeyse) tek stoper ve yerleşimde partneri Portekizli defansif orta saha Fernandinho! Bazen işe yaradı, daha fazla zararı dokundu ama bu durum bana futbol ile aşk yaşayan adam, çok değerli araştırmacı yazar Jonathan Wilson’ın kaleminden çıkan “Futbol Taktikleri Tarihi” kitabını anımsattı. Zira orada görüyorduk ki, futbolu icat eden İngilizler, İskoçlar ile oynarken kimse savunmada durmayı kendine yediremiyor, bunu bir İngiliz için aşağılayıcı görüyordu. Nitekim İskoçlar da kompakt bir oyunla maçı alıyorlardı. Sıkılıp okumayı burada bırakmayın, konumuz tarih değil ve hatta oldukça da güncel. Sadece vurguluyoruz ki futbolda bazen de geriye bakma gerekliliği var.

Guardiola sevgisizliğim üzerinden burun kıvrılmayı göze alarak aslında uzun yıllardır futbol izleyicilerinin hayatında olan bir başka ateşli ve Şampiyonlar Ligi grup aşaması başlangıcıyla popülaritesini zirveye çıkarmış bir isimden bahsedeceğiz: Luciano Spalletti. Ancak önden açık olayım, kendisini pek övmeyeceğim. Kahvemi aldım, linç edilmeye hazırım.


Luciano Spalletti

Kahramanımızı incelerken, miladı 2002 yılında Udinese ile sezon başlangıcına koyacağız, bu tarihten önce biraz gezgin olduğu dönemi görmeyeceğiz ve zayıf bir ligde verilen imkanlara rağmen dominasyon yaratamadığı, Avrupa Kupaları’nda da iyi kadrolarla yokları oynadığı Zenit dönemini de kapsam dışı bırakacağız. Spalletti’yi çok rakamlara boğularak değil, tercihleri ve sonuçları üzerinden analiz edeceğiz. Odak noktalarımız ise oynatmayı seçtiği bekler, tercih ettiği orta alan ve sonlara doğru da ileri uç olacak.

Günümüzden başlayalım. Napoli’nin Liverpool’u 4-1 mağlup ettiği ancak daha ilk yarıdan 6-0 olabilecek maçı izlerken dikkatimi çeken yegane husus, Napoli’nin ilk 11’inde oynayan kaleci Meret hariç, stoperler Rrahmani ve Min-Jae dahil herkesin ama herkesin topu ayağına aldığında en az bir oyuncu eksiltebilecek kapasitede olmasıydı. Böyle bir kadroya sahip olmak hem transfer açısından çok zor hem de hala elit takımlar bile orta sahada bir çapa ve kimi zaman öncelikli işi gol vuruşu olan bir santrafor sahada bulundururken tehlikeliydi. Ancak deyim yerindeyse sahada “akan” bir takım vardı ve izlemesi çok zevkliydi. Peki, acaba bu her zaman böyle miydi?


Luciano Spalletti

Hocamız 2002-05 arası Udinese ile belki ilk değil ama tam olarak Serie A sahnesine çıktığında görece yetenekli ve iyi bir kadrosu vardı. 3 sezonluk süreçte tercih ettiği bekler Marek Jankulovski, Valerio Bertotto, Mirko Pieri, Damian Zenoni gibi oyuncular oldu. Baktığımızda saydığımız isimler bir dörtlü orta sahada dahi kanat olarak oynayabilecek teknik yeterliliğe sahip oyuncular ve 2000'li yılların Serie A’sındayız. Dönemin büyükleri bile bir tarafa Cafu koyarken diğer tarafı Maldini ile sağlama alıyor, şu an 27-28 yaşında olsalar üçlü savunmada stoper oynatılacak Pessotto, Birindelli, Pancaro gibi bekler popülerlikte üst sıralarda bulunuyorlardı. Gelelim orta alan oyuncularına. Hiç de sürpriz olmayan şekilde takımda safkan bir defansif orta saha oyuncusu yok, üç sezonda genç Pazienza ve Tissone nispeten çok az forma şansı bulmuşlar. En etkin orta alan oyuncuları ise David Marcelo Cortez Pizarro (adını uzun yazmaya bayılıyorum), Giampiero Pinzi, Martin Jorgensen ve sonlara doğru Sulley Ali Muntari. Bu oyuncuların ortak özelliklerinden bahsetmeye sanırım pek gerek yok, Anguissa-Lobotka-Zielinski-Ndombele rotasyonunun paraya sıkışmış versiyonu. Udinese üç sezonu sırasıyla altıncı, yedinci ve dördüncü bitiriyor.

2005-06 sezonunun başlangıcındayız ve başkent Roma’dayız. Hocamız sınırlı kaynaklarla Şampiyonlar Ligi potasına soktuğu Udinese sonrası Capello ile yaşadığı şampiyonluk çok uzakta olmayan ve tekrar bu tadı almak isteyen Roma’da. Yemin edebilirim ancak kanıtlayamam; zira Spalletti’nin kadroya ilk detaylı baktığında gözlerinin kanadığına eminim çünkü kadroda aynı anda Olivier Dacourt, Damiano Tommasi ve Daniele De Rossi var. Beklere bakıldığında ise yine bir hayal kırıklığı Panucci, Cufre ve Sartor’un başı çektiği bir rotasyon mevcut. Ancak parlak geçmeyen bir ilk yarı sonrası elde bir lig ikinciliği ve Coppa Italia finali var. İşte burada sorular oluşmaya başlıyor, acaba Spalletti takımları biraz “defense-minded” oyunculara ihtiyaç mı duyuyor? Soruyu cebimize koyup devam ediyoruz.


Luciano Spalletti

Görevde kaldığı sonraki üç sezonda yukarıda sayılan orta saha canavarlarından takımda sadece De Rossi kalıyor ve sırasıyla genç Faty kulübeye mahkum olup Barruso Galatasaray’a kiralanıyor. Aslında kabul edilebilir, zaten sanırım o dönem De Rossi’yi kesebilmek için Tanrı’nın saha kenarına inmesi gerekiyordu. Tabi ki kendisinin yirmili yaşlarda zaman zaman sola yakın oynaması ve oyun bilgisi bir Spalletti takımına yerleşebilmek için gerekli tüm kriterleri sağlıyordu. Beklere baktığımızda ise yukarıda sayılan stoper orjinli beklerin yerini sezonlara yayılacak şekilde Max Tonetto, Cassetti, Cicinho, Antunes ve John Arne Riise gibi son derece hücumcu oyuncular alıyor, orta sahaya ise Aquilani, Perrotta, Brighi, David Marcelo Cortez Pizarro, Julio Baptista gibi oyuncular yerleşiyordu. Yine ipler Spalletti’ye geçtikçe rotasyonun benzerliği göze çarpıyor. Sırasıyla iki Serie A ikinciliği daha ve altıncılık, bir Coppa Italia ve Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final geliyor. İki dramatik Manchester United eşleşmesi var ki birinde 7-1’lik hezimet ve ikincisinde müthiş bir oyun sonrası eleniş, Wayne Rooney’nin “Roma reserved more” manşeti ve hayal kırıklıkları kalıyor. Spalletti’nin “Kimin Premier League takımı olduğunu sahada herkes gördü” röportajı belki hafızalarda ancak 1982 Brezilya değilseniz futbol bir tabela oyunu.

2016 yılının Şubat ayındayız, büyük umutlarla göreve gelen Rudi Garcia kovuluyor ve Zenit dönemi ve biraz dinlenme sonra hocamız yine başkentte. Kadroda ise yine topla driplingi pek sevmeyen William Vainqueur, Leandro Paredes, Kevin Strootman ve artık yaşı ilerlemiş bir De Rossi var. Bekler ise biraz daha şablonuna uygun, Mario Rui, Emerson Palmieri, Florenzi ve Bruno Peres mevcut. Roma toparlanarak ligi ikinci bitiriyor ancak bu yıl tüm kupalarda 39 gole ulaşan bir Edin Dzeko var ki, insan Spalletti sezon başında gelse sezona kendisi ile başlamak ister miydi diye soruyor insan kendine. Malum, kendisinin net santrafor kullanmayı pek de sevmeyen bir şablonu var. Spalletti, 2016-17 sezonunun bitiminden iki gün sonra Roma ile karşılıklı anlaşarak takımdan ayrılıyor.


Luciano Spalletti

2017-18 sezonunun başında İtalyan futboluna yeni bir soluk geliyor, Inter Milan, Çinli bir yatırım şirketi tarafından satın alınıyor ve takımında başına Luciano Spalletti’yi getiriyor. Tahmin edilebileceği gibi takımda tek defansif orta saha Marcelo Brozovic ki kendisinin topla ilişkisi klasik bir çapa gibi değil. Beklere gelecek olursak Dalbert, Ansaldi, Kwadwo Asamoah, Davide Santon, Sime Vrsaljko, kısa bir süre olsa da Cancelo takımda yer buluyorlar. İki tam sezonluk süreçte ise etkin orta alan oyuncuları Kondogbia, Valero, Roma’dan öğrencisi Nainggolan, ve Vecino oluyor. Spalletti yönetiminde iki sezonu da 4. bitiren Inter, uzun süreler sonra Şampiyonlar Ligi marşını duysa da, 2019 yılının Mayıs ayında yolları ayırma kararı alınıyor.

Güncel Napoli’yi ise uzun uzadıya yazmanın bir manası yok, zaten izleniyor. Kısaca denebilir ki, takımda yedek stoper Leo Ostigard ve kaleciler hariç herkes topla çok iyi, dripling yapabilir, gerektiğinde adam eksiltebilir. Geçmişe de baktığımızda şunu düşünüyoruz, bu yeterli mi?

Bu bilgi yığını sonucunda kişisel görüşüm, yeterli olmadığı yönünde. Forması satmıyor diye Makalele’yi satan Real Madrid’in o dönem başarılardan uzak kalışı, Busquets’ten vazgeçilemeyiş, Casemiro’nun art arda gelen Şampiyonlar Ligi zaferlerindeki katkıları, yerini doldurmak için Tchouameni’ye verilen bedel, Fernandinho’nun Manchester City’nin yetenekli kadrosuna sağladığı fayda ve Manchester United’ın hala bir Roy Keane arayışında olması bize çok şey anlatıyor. Geçmişte yaratılmış Cafu-Maldini, Chivu-Maicon bek ikilileri de bu anlatıya değer katıyor.

Futbol artık her zamankinden daha hızlı. Her takım bir geçiş yakalama ve arta kalan zamanda kendine yapılan geçişi savunma peşinde. Ligimizde uzun yıllardır süre gelen atan-tutan klişesini; bir tutan, bir geçişi başlatan ve geleni savunan, bir de ceza sahası içinde net vuruşu yapan yapmadığı zaman da arkadan gelenlere alan yaratan olarak detaylandırabiliriz sanırım. Peşinden iki ay koşulan Raspadori’nin net bir altı pas bitiricisi olmadığı “bence” ortada. Osimhen’in iyi bir son vuruşu olmadığı, Simeone’nin yedek kalacağı, Politano ve Lozano’nun skora katkısının az olacağı aşikar. Zielinski haricindeki tüm orta alan oyuncularının sezon içinde sık sık iniş çıkışlar yaşadığı ve konsantre olamadıkları günlerde savunmada zayıf halka olacakları gün gibi. Di Lorenzo hariç tüm beklerin yer kaybetmeye ne kadar yatkın oldukları da ortada.


Luciano Spalletti

Luciano Spalletti’nin kendi kurduğu değil, başkasının kurduğu bir takımın üzerine geldiğinde daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Asla yanlış diyemediği doğruları olduğunu ve bunları yıkamadığını düşünüyorum. Hem Milan hem de Liverpool’u yenerken göz zevkimi okşamalarına rağmen elit seviyeye bu şekilde yükselemeyeceklerini ve sezon sonuna ise ne yazık ki nefeslerinin yetmeyeceğini düşünüyorum. Zaman neyi gösterecek, beraber göreceğiz.

bottom of page