Avrupa futbolunu biraz olsun yakından takip eden bir izleyiciye “Bu sene sürpriz şampiyon çıkar mı?” diye sorsak ilk bakacağı yer mutlaka Fransa olacaktır. Ligue 1’de beklenmeyen şampiyonlukların yaşandığı hikayeler klişe statüsüne gelmek üzere olsa da, 2011-2012 sezonunda yaşananlar biraz daha imkansıza yakın gibi.
Son dönemdeki PSG ve daha öncesindeki Lyon dominasyonları aslında yukarıda yazdığımız cümleleri biraz boşa düşürse de Ligue 1 sürpriz şampiyonlar konusunda daha şöhretli. Beş büyük ligde bu hikayeler çok daha az, adı üzerinde sürpriz, her zaman olsa böyle adlandıramazdık. Yine böyle bir yılda, Bordeaux ve Nantes şampiyonlukları hala hafızalarda tazeyken, Lille 2010-11 sezonunu hatrı sayılır bir puan ve oyun farkı ile şampiyon bitiriyordu. Lyon ve Marsilya’nın çok kaliteli kadroları olsa da, Lille’de önde kurulan Hazard-Sow-Gervinho hattı, ortada Mavuba-Balmont-Cabaye-Gueye rotasyonunu şimdi düşününce “aslında mantıklı” diyebiliyoruz bu şampiyonluğa. Sonrasında Rudi Garcia’nın aranan bir teknik adam olması, bahsedilen oyunculara toplamda verilen yüzlerce milyon euro transfer bedelleri savımızı destekler nitelikte. Ancak yazımıza konu hikayemiz daha burada başlamıyor. Lille’in ipi nasıl göğüslediği, Lisandro Lopez-Bafetimbi Gomis’li Lyon’un nasıl üçüncü olduğu konuşulurken hiç ama hiç dikkat çekmeyen bir takım var, sezonun 14.sü Montpellier.
Güney Fransa’da Akdeniz kıyısındaki güzel şehrin takımı Montpellier, 2010-11 sezonunu 14. ve düşen Monaco’dan sadece 3 puan yukarıda bitiriyordu. Takımın başındaki Rene Girard ya kadrosunu yeterli gördü ya da bütçe yoktu bilinmez, takımda pek de takviyeye ihtiyaç duyulmadı. Düşen Lens’dan sol bek Henri Bedimo, o dönem 34 yaşında olan ancak şu an Avrupa futbolunu takip eden genç arkadaşlarımızın bile kramponla gördüğü veteran stoper Hilton takıma katıldı. Tabi bu hamleler de dikkat çekmekten uzaktı çünkü başkentte, aşkın şehri Paris’te değişik şeyler oluyordu.
2011 yılının Haziran ayında, Katar Emiri Tamim bin Amad Al Thani, yatırımcısı olduğu Qatar Sports Investment şirketi adına Paris Saint Germain’in %70 hissesini satın alıyor ve başkan olarak da an itibariyle sokakta görsek selam verecek kadar yüzüne aşina olduğumuz Nasser Al-Khelaifi’yi başkan olarak atıyordu. Tabi ki bu tek bir anlama geliyordu, PARA! Artık PSG’nin bir oyuncuya parasının yetmemesi için tek ihtimal vardı, toprak altındaki fosil yakıtın tükenmesi. Bunun en büyük örneğini de yazımızın konusundan on yıl sonra yaşadık.
Tahmin edilebileceği gibi PSG hemen transfer çalışmalarına başladı ve Palermo’dan o dönemin Ligue 1 rekoruyla Javier Pastore, Inter’den Thiago Motta, geçen yılın Ligue 1 gol kralı Kevin Gameiro, Blaise Matuidi, sonrasında yolu ülkemize de düşen Jeremy Menez, Mohamed Sissoko, Chelsea’den Alex, dönemin güncel Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Barcelona’dan Maxwell, Milan Bisevac ve Diego Lugano gibi elit ve üst sınıf oyuncularla kadrosunu donattı. Artık diğer Ligue 1 takımlarına pek de şans verilmiyor, kadro kalitesi olarak PSG’nin biraz yanından geçebilecek Lyon’a Gervinho, Rami ve Cabaye’ı kaybetse de Hazard’ın yanına Payet’i koyan geçen yılın şampiyonu Lille’e dahi şampiyonluk adayı gözüyle bakılmıyordu.
Derken Ligue 1’de perde açıldı ve Montpellier ilk 10 maçta 6 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 yenilgi alıyordu. 2 yenilgi ise o dönem öyle gözükmeyen ancak sonradan direk rakipleri olacak Lyon ve PSG’den alındı. Sezona evinde Lorient yenilgisiyle başlayan PSG'de maratona iyi giriş yapamamıştı, sonrasında da başaltı takımlara puan kaybetti. Tabi ki ilk 10 maç büyük bir gösterge değildi ve Montpellier hala bir şampiyonluk adayı değil sadece fena başlangıç yapmayan bir takımdı. Sonrasında çok iyi bir seri yakalayan Montpellier, aralık ayında ufak bir kriz yaşasa da ikinci 10 maçı da aynı karneyle geçiyordu, 6 galibiyet, 2 beraberlik, 2 yenilgi. Futbolseverler “Acaba?” sorusunu içtenlike sorsa da tecrübeler genelde aksini gösteriyordu. Yakın geçmişte Hoffenheim’in yarattığı heyecan bu ölçekteki takımlarda bir forvet veya kaleci sakatlığının ne kadar büyük bir krize sebep olabileceğini göstermişti. Ancak Montpellier’nin pek de vites düşürmeye niyeti yoktu ve kalan 18 maçta da 2 yenilgi, 3 beraberlik ile sezon sonunda ipi göğüslediler ve bir rüyayı başardılar. Puan kayıplarının çoğu ilk 10 dışında kalan takımlara karşı yaşandı ancak Montpellier’nin de oralarda olmasını beklediğimiz için bu da büyük bir sürpriz değildi sanırım.
Türkiye’de popüler bir inanış vardır, her şampiyon olan takımın başarısının yolunun diğer takımların başarısızlığından geçtiği söylenir ve tüm takım taraftarlarınca destek bulur bu düşünce. Peki acaba 2011-12 sezonunda Ligue 1’de bu mu yaşanmıştı? Sayılar pek de öyle söylemiyor. Montpellier’nin maç başına aldığı 2,15 puan oldukça iyi. Son 10 yılda sadece 2005-06 sezonunda Lyon 84 puanla Montpellier’den iki puan fazla toplayarak şampiyon oldu. Olivier Giroud sezonu PSG’den Nene ile aynı sayıda gol (21) atarak bitirmesine rağmen açık oyunda daha fazla gol attığı için krallık tacının sahibi oldu. Ligde en az golü yiyen iki takımdan biri oldu ve +34 averaj yakaladı. PSG ise sezon boyunca; 12 yeni transferin uyumu, yılbaşında gelen teknik direktör değişikliği ve düşme hattına yakın rakiplere yapılan puan kayıpları gibi olgularla baş etti. Sonuç olarak; şampiyonluk PSG’nin “kötülüğü” neticesinde değil, inanılmaz bir istikrar, güzel oyun ve uyumlu bir kadro ile geldi ve tabi ki sezonu 21 gol 12 asist ile tamamlayan Olivier Giroud sayesinde.
Şampiyonluğun imkansızlık seviyesini anlamak için ufak bir “Şimdi Neredeler?” bölümü de yapmak lazım aslında. Kaleci Jourdren, 2017’ye kadar takımda kaldı ve ardından bir sezonluk Nancy macerası sonunda futbolu bıraktı. Sağ bek Garry Bocaly, alt liglerde kayboldu ve erkenden futbolu bıraktı. Hilton, 40 yaşını Montpellier forması ve ayağında kramponlarıyla devirdi. Yanga Mbiwa, iyi bir bedelle Newcastle’a transfer oldu ama hiç şampiyonluk senesindeki seviyeye çıkamadı. Bedimo, performansıyla Fransa’nın iki büyüğü Lyon ve Marsilya’da kendine forma buldu. Belhanda, ilk başta soğuk Ukrayna’ya, oradan Schalke’ye oradan da ülkemize geldi. Stambouli, Tottenham ve PSG için iyi bir rotasyon oyuncusu oldu, Schalke sonrası ülkemize gelenler kervanına katıldı. Cabella, bir süre Newcastle-Marsilya arasında mekik dokuduktan sonra her sene takım değiştiren bir oyuncu haline geldi. Utaka, Sivas soğuğu sonrası bir Mısır sıcağı yaşadı ve kariyerini noktaladı. Ait Fana, kimi zaman kulüpsüz kimi zaman alt liglerde kaldı. Olivier Giroud, sırasıyla; Arsenal, Chelsea ve an itibariyle de Milan için ter dökmekte. Hepsinden önemlisi, takımın o dönemki patronu Rene Girard ise şampiyonluk ertesi sezonu 9. bitirdiği Montpellier’den 2013’te ayrıldı. Ardından gelen Lille macerasını ise maç başı 1,58 puan ortalaması ile kapattı ve bir daha pek de ismini duymadık. Dipnot olarak Hasan Kabze’nin de şampiyonluk kupasınının ucundan tutanlardan olduğunu da belirtelim.
Kişisel fikrim çerçevesinde, beklenmedik ve sürpriz kategorisinde; Montpellier’nin başarısını, Yunanistan ve Leicester City’nin kazandığı şampiyonlukların önüne koyuyorum. Biri eliminasyon içeren bir turnuva olmasından diğeri de Leicester’ın genel kalitesinin kendi ligi genelinde daha yukarıda olmasından. Montpellier’nin şampiyonluğu sonrası o kadrodan elit seviyede futbol oynayabilen sadece Giroud kaldı ve devam ediyor. Ancak Leicester’ın Premier League’in tüm ihtişamına rağmen iyi bir yatırımcısı, tecrübeli, başarıya aç ve mental yönden çok çok güçlü oyuncuları bir araya getiren bir kadrosu ve çok kişi beğenmese de Ranieri’si vardı. Montpellier’de ise şampiyonluk öncesi yıl gol krallığında ilk 10’da dahi olmayan ancak o sezon patlama yapıp elit seviyeye çıkan ve orada kalan Giroud ve birbiri ile uyumlu bir oyuncu grubundan başka bir şey yoktu. Buna rağmen 82 puan aldılar, ocak ayında PSG’nin başına gelen belki de tarihin en büyük winnerı olan Carlo Ancelotti’ye karşı da ligin son 10 haftasını lider geçtiler.
Sürprizlerin ligi Ligue 1’de artık eskisi kadar olağan olmayan şüpheliye yer yok. Bu sürpriz şampiyonluk sonrası PSG’nin hakimiyetini iki takım kırabildi; biri Kylian Mbappe’nin sürüklediği dinamik Monaco, diğeri ise Galtier’nin inşa ettiği Lille. Sanırım andığımız iki ismin de şu an PSG arması altında olması artık sürpriz istenmediğinin de bir kanıtı.
Comments