top of page

Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final Etabı Tamamlandı!

18 Nisan 2024 saat 02.44 itibariyle yazıyorum ki, Avrupa’nın en büyük futbol organizasyonu isminin hakkını çeyrek final turlarında fazlasıyla verdi. Şampiyonlar Ligi tarihi, son yıllarda çok özel sezonlar gördü. Top class olmayan takımların, devleri elemesine şahit oldu. Bu sezon ise o sınıfa çok dahil olmasa da çeyrek finaller özelinde son yıllarda görülen en iyi son 8 turunu yaşattı diyebiliriz. O sınıfa dahil olmama sebebi ise çeyrek finalde yer alanların tamamının Avrupa’da piyasa değeri en yüksek kulüpleri arasında yer almasıdır. Ancak bu devlerin mücadeleleri de çok özel maçlara ve anlara sahne oldu. Zaten bu son 8 turunda, oyunu belirleyen “anlar” oldu. Bugün bu çeyrek finali ve yarı finalleri ele alacağız. Keyifli okumalar…

 

1) Atletico Madrid v Borussia Dortmund

Kuralar ilk çekildiği gün, bu eşleşmeyi diğer üçlüye kıyasla biraz daha geri planda tutmuştuk. Bunun sebebi ise iki takımın da bu sezon kendi liglerinde istenilen düzeyde olmaması ve ayrıca Şampiyonlar Ligi’nde nispeten zor engellere takılmadan çeyrek finallere gelmeleridir. Atletico, son 16 turunda son finalist Inter’i, momentumu sahasında eline geçirerek eledi. Dortmund ise aralarında sıklet farkı olan PSV’yi zorlanmadan elemişti. Bu sezon daha fazla gol yiyen bir takım haline bürünseler de Atletico Madrid’in Şampiyonlar Ligi’nde edindiği kimlik, bu turun “momentumu” eline geçiren takımın avantaj elde edeceği konusunda ipuçları veriyordu. Nitekim, maçın ilk yarısı tamamen böyle geçti. Alman ekibi, kendi yarı sahasında yaptığı 2 fahiş hatayla birlikte soyunma odasına 2 farklı geride gitti. İkinci yarıda ise oyunun ibresi daha çok Dortmund’a dönük olsa da, Atletico’nun fişi çekme fırsatları önce Kobel’dan, sonra Griezmann’ın tercih hatalarından döndü. Dortmund, bu anlarda 3 farklı geriye düşmemenin ödülünü de Haller ile aldı. Signal Iduna Park’a 1 farklı geride gitmek önemli bir avantaj yaratacaktı. Bu tür eşleşmelerde rövanşı kendi evinde oynayacak bir takımın 1 farklı geride olması, enseyi karartacak bir durum değildi. Fakat Atletico Madrid’in alışılagelmiş kimliği, rövanş maçında enseyi karartacak bir sebep olabilirdi. Bu sorular eşliğinde Salı günü ekran başına geçtik. Daha koltuğa yerleşememişken, Atletico’nun kimliğinin yanılttığının farkına vardık. Aşırı üstü aşırı bir tempoyla mücadele başladı. Nitekim, yine “anlar” devreye girdi. 5 dakika içinde Oblak’ın ikramı ve özellikle geleceğin en iyi sol beklerinden biri olacak Maatsen’in muazzam bindirmesiyle birlikte Dortmund, turu çevirdi. Atletico Madrid kimliğinde, oyun sıkıştığında bir duran top golü atmak vardır. En iyi örneği 2013-2014 sezonunun son maçında Nou Camp deplasmanında Godin’in attığı goldür. Yine öyle oldu. Hummels’in kendi kalesine attığı golle birlikte Atletico, sazı eline aldı. Angel Correa’nın 64’te attığı gole kadar o sazı kırdılar. Ve böylelikle son maçta şampiyonluk veren Dortmund, 11 ay sonra kendi sahasında ellerine geçirdikleri turu Atletico’ya teslim etmişti. Ancak bu acı tecrübe, onlara kriz anlarında daha temkinli olmayı öğretmiş gibiydi. Ya da Füllkrug, Sabitzer gibi daha deneyimli oyuncuların sahne almasından da olabilir bu soğukkanlılık. Hiç dağılmadı Dortmund. Az önce ismini zikrettiğimiz oyuncuların golleriyle “İşte Şampiyonlar Ligi bu” dedik. En az beklentiye sahip olduğumuz eşleşme, işte bizlere böyle güzel duygular yaşattı. Dortmund, böylelikle ligde kayıp denebilecek bir sezonun tesellisini fazlasıyla bularak, 2013 yılından bu yana ilk kez yarı finale yükseldi.

 

Atletico Madrid v Borussia Dortmund
Atletico Madrid v Borussia Dortmund

2) PSG v Barcelona

Açık söyleyeyim, Real Madrid-Manchester City maçından daha çok heyecanlandıran bir eşleşme oldu ilk başta benim için. Çünkü bahsi geçen takımların mücadelesini son 2 sezondur görüyoruz fakat PSG-Barcelona, 2021 yılındaki Barcelona hezimetini saymazsak, hep tadı damakta kalan bir eşleşmeydi. İki takım da o eski hali gibi olmayabilirlerdi fakat buradaki beklenti eşiği de yüksekti. Ve sonuca bakınca beklentim kısmen karşılandı. 10 kişi kalmak falan çoğu şeye bağlayabiliriz ancak kendi sahasında kaybetmiş bir takım, deplasmanda turu çeviriyorsa, o eşleşme iyi bir eşleşmedir. Bunu belirttikten sonra başlayalım. Paris Saint-Germain, ölüm grubunda ölüp ölüp dirilse de son 16 turunda kendi kalibresinde olmayan bir takıma karşı zorlanmayarak son 8’e kaldı. Öncelikle şunu belirtelim, daha önceki yazılarda da üstünde durduğum bir konu bu. Paris, doğru yolda. Bunu süper star alma merakı haricinde, elindeki süper starı tutmak için eskiden olduğu gibi ekstra bir çaba harcamamalarından anlıyoruz. Kişilerin değil, takımın egemen olduğu genç bir yapı kurulma derdinde. Bu istek için de olabilecek en doğru hocayla çalışılıyor. Barcola, Zaire Emery, Kang in Lee, Vitinha. Bu oyuncuların üstüne eklenen kısmen daha deneyimliler. En üst seviyeye ulaştıklarında gerçekten dişli bir takım olacak PSG. Barcelona ise, çok yanlış bir kararla kendilerini bataklıktan çıkarıp şampiyon yapan Xavi ile sezon sonu vedalaşsalar da hocanın ektiği Yamal, Fermin gibi tohumları daha da iyi yetiştirecek doğru bir isimle tıpkı PSG gibi doğru yola girecek. Bu sezon özelinde ise ligde havlu atan bir takım görünümünde olsalar da son 2 sezondur Şampiyonlar Ligi’nde üst turları göremiyorlardı ve bu Barcelona için pek kabul edilebilir bir durum değildi. Bu sezon bunu başarmaları ve elde kalan tek kulvar olması, onlar için de heyecan verici bir durumdu. İlk yarıda da bu heyecanın bir yansımasını izledik Barcelona’da. Öne geçseler de onlar kadar heyecanlı biri oynuyordu sahada. Eski takımına ve kendisini oldukça eleştiren taraftara karşı Dembele, kendini kanıtlama derdindeydi. İkinci yarının başında da bunu en iyi şekilde yaptı. Momentumu eline alan PSG, Vitinha ile de öne geçti. Bu Şampiyonlar Ligi turlarında takımların attığı üst üste gollerin dakikaları arasında çok büyük bir fark yok. Bu da belirleyici faktörün “ipleri eline almak” olduğunu kanıtıdır. Ancak bu iplerine eline almak bazen de ters tepebiliyor. PSG’nin yaptığı bir hata ve Barcelona’nın hiç güçlü olmayan tarafı duran topla birlikte Fransız ekibi İspanya’ya 1 farklı mağlup bir şekilde gitti. İspanya’daki maç ise Barcelona’nın hala kırılgan bir yapıda olduğunun göstergesi oldu. 27. dakikaya 1-0 gittiğin bir Şampiyonlar Ligi mücadelesinde 10 kişi kalmak, elbette ki bir dezavantaj. Fakat PSG’nin işi 90 dakikada bitirmesi için 3 gole ihtiyacı vardı. Maç da Barcelona taraftarı önünde oynandı. İşi Araujo’ya yıkmak basite kaçmaktır. Burada hem 10 kişi kalan bir takıma karşı Parisli oyuncuların gösterdiği büyük açlığın, hem de Katalan ekibinin boydan boya kırılgan bir yapıda olmasının katkısı var. Nitekim PSG, turu geçen taraf olarak Dortmund ile eşleşti. Burada, az önce de anlattığım yapının ilerlemesi sebebiyle Paris ekibini önde görüyorum. Aynı zamanda Kylian Mbappe’nin gitmeden bir Şampiyonlar Ligi kupası kazandırması, onun için de ekstra bir motivasyon olacaktır.

 

PSG v Barcelona
PSG v Barcelona

3) Manchester City v Real Madrid

Gelelim, 2 senedir gördüğümüz filmin 3. çekimine. İki takım da turnuvanın doğal favorisi. Buna hiçbir şüphe yok. Ancak sakatlıkların etkisiyle Real Madrid’in en iyi durumunda olmadığını söylememiz gerekir. Hoş, en iyi durumunda olmayan takım, şu an La Liga’da şampiyonluğa koşuyor. Manchester City ise nisan ayının bereketiyle ligdeki puan farkını hızla eritti fakat Guardiola’nın da birçok kez belirttiği gibi, makine gibi olan takımın yorgunluk seviyesi hayli fazla. 19 gündür 6 maç oynayan bir takımın da bu durumda olması normal gibi gözüküyor. Bernebau’daki ilk maç ise, geçmiş yıllardaki eşleşmelerden çok daha farklıydı. Maç, geçmişteki mücadelelere kıyasla çok daha hızlı bir şekilde başlamıştı. 13. dakikaya geldiğimizde skorboardda yazan 2-1, bizleri yine futbol komasına sokmuştu. İlk maçta sakatlığı sebebiyle oynamayan Kyle Walker’ın yokluğu da ikinci golde çok net bir biçimde hissedilmişti. Real Madrid bu çabuk çıkma konusunda özellikle bu sezon bambaşka bir boyuta ulaştı. Akanji, ne Rodrygo’yu ne de Vinicius’u durdurabilecek hızda bir oyuncu olduğu için City, sağ tarafta sorunlar yaşadı. İkinci yarı başladığında Real Madrid, soldan soldan gelmeye devam ediyordu. Fakat City’nin bu sezon bireysel yetenekle daha fazla maç çözdüğünü görüyoruz. Yine öyle bir durum oldu ve Foden ile Gvardiol’un inanılmaz golleriyle bir anda ibreyi kendilerine döndürdüler. Sonrasında ise Valverde attığı imza şutuyla birlikte ilk 15 dakikada yaşanan sekansın bir benzerini izlememizi sağladı. 6 golün atıldığı bu muazzam maç hiç bitmesin istedik fakat aynısının bir hafta sonra oynanıyor olması bizleri teselli etti. Geçtiğimiz sezon Etihad’da oynanan mücadeleyi hatırlayalım. Manchester City, ilk dakikalardan itibaren Real Madrid’i kendi ceza sahasına kapatarak, yoğunluğu inanılmaz yüksek dakikalar oynadı ve bunun ödülünü turu kopartarak aldı. Bir benzerini de dün akşam yaşarız diye düşünmüştüm. Fakat bu hiç olmadı. Belki tercih, belki de zorunluluktu. Ancak, takımın son günlerdeki yoğunluğunu gördüğümüzde bunun bir tercih olmadığı seçeneğine daha yakınım. Kyle Walker’ın oynaması bir avantajdı yine de City için. Fakat Akanji’nin sağ bekten alınıp stopere geçmesi ve aynı zamanda oyun kurulurken Rodri’nin yanında oynayan bir 8 numara haline bürünmesi bir sürprizdi. Çünkü bu işleri genelde John Stones yapıyordu. Guardiola burada Akanji’nin süratinden faydalanarak onun koşularıyla orta sahayı geçmeyi planladı. İsviçreli, özellikle ikinci yarıda bu rolün üstünden kalkmayı bildi. Fakat ilk yarıda bir hayal kırıklığıydı. Real Madrid, Bellingham’ın ona atılan uzun topları kontrol edip servis yapmasına dayanan bir hücum planıyla sahadaydı. City’nin yoğunluğu düşük tutmasıyla birlikte topa da daha cesurca bir şekilde sahip oldular. Bunun ödülünü de avantaj olarak belirttiğimiz Kyle Walker’ın bireysel hatası sonrasında Rodrygo’nun golüyle aldılar. City, ilk yarının sonuna kadar rakibiyle birebir oynamak yerine uzaktan şut çekmeyi tercih etti. Fakat Real Madrid’in sezon başında 3. kalecisi olan Lunin, Bernebau’daki maça kıyasla çok daha net bir performans sergileyerek soyunma odasına 1-0’la gidilmesini sağladı. City, ikinci yarıda geçtiğimiz sezon oynanan maçtaki haline geri dönmüş gibiydi. Yoğunluğu inanılmaz bir şekilde arttırarak Real Madrid’in orta sahalarını geçmesine müsaade etmedi. Ancak gol pozisyonuna giremediler. Burada tamamen Real Madrid’in savunma disiplininden bir an olsun kopmamasının payı yüksek elbette fakat özellikle Valverde ve Rodrygo’nun yaptığı savunma katkıları, Toni Kross’un Kevin De Bruyne ile 79 dakika boyunca birebir oynamasının da payı yadsınamaz. Guardiola, bir şeyleri değiştirmeliydi. 72. dakikada ise bunu yaptı. Grealish yerine Doku girdi. İlk yarının sonunda yapmalıydı belki de bu değişikliği. Çünkü City’nin bütün maç boyunca birebiri zorlayacak bir oyuncusunun bulunmaması Real Madrid’in elini kuvvetlendiriyordu. Belçikalı oyuna girdi. Karambolü yarattı. De Bruyne doğru yerde topla buluştu ve turu eşitledi. O dakikadan sonra iki takım da depolarında kalan son yakıtı harcamadı. Maç daha da rölantiye döndü. Uzatmalar da dahil olmak üzere 120. dakikanın sonuna kadar iki takım da yorgunluk belirtilerini gösterdi. Penaltılarda avantajlı olan taraf Manchester City olarak görülse de Lunin, kurtardığı iki penaltıyla birlikte tura damga vurarak, Şampiyonlar Ligi’nin en özel eşleşmelerinden birine adını yazdırdı. Son şampiyon için ise yarışta öne geçtiği lige ağırlık verme vakti geldi gibi gözüküyor.

 

Manchester City v Real Madrid
Manchester City v Real Madrid

4) Arsenal v Bayern Münih

Az önce bahsettiğim üç eşleşmedeki mücadelelerde 90 dakika içinde izlediğim kısımlar oldu. Dönüp dolaşarak baktığım maçlar oldu fakat Arsenal, Bayern Münih eşleşmesinde sadece özetlere bakabildim. Tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşayan Bayern Münih, elindeki tek avuntu kaynağını korumak için, Arsenal ise yıllar sonra yaşayacağı Şampiyonlar Ligi heyecanında damga vurmak için sahadaydı. Fakat Topçular’ın kadrosunda bulunan oyuncuların henüz çift maç eleme usulü maçlarda yeteri kadar deneyime sahip olmaması Londra’daki maçta kendini gösterdi. Bunu, Arsenal’ın ilk maça çok hızlı başlaması ve bulduğu golün ardından yaptığı bireysel hatanın sonucunda Bayern Münih’in attığı beraberlik golünden anlayabiliriz. Kendi sahasında yaşadıkları o panik haliyle birlikte bir de penaltı yaptıran takımın bu deneyimi de elbette yaşaması gerekir. Yine de 76’da beraberlik golünü bulmaları, Allianz Arena’ya giderken ufak bir umut kırıntısı demekti. Tuchel’in bu maç için takımını özel hazırladığını görüyoruz. En azından oyuncularını dinlendirmesi, bu eşleşmeye değer verdiğini gösteriyor. Maçta tempo seviyesinin, diğer eşleşmelere kıyasla düşük göründüğünü söyleyebiliriz. Zaten Bayern Münih’in kendi sahasında bir takımı parçalayacak oyun disiplininin olmaması, değişimin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Kimmich’in golüyle Bayern Münih en azından şampiyon olamadıkları sezonda yarı final bileti alan “winner” takım imajını güçlendirdi. Fakat yarı finalde bu işin biri olan bir takımla eşleştiler. Ve kaçınılmaz son onlar için de çok yakında gelecek gibi görünüyor. Şu anda 2 Alman, 1 Fransız ve 1 İspanyol takımı yarı finallerde yer alıyor. Umarız çeyrek finaller gibi draması yüksek maçlar bizleri bekliyordur.


Arsenal v Bayern Münih
Arsenal v Bayern Münih

bottom of page