Arama Sonuçları
Boş arama ile 1250 sonuç bulundu
- A Milli Futbol Takımı'mızın Son Durumu
Lige ara verilip milli araya girilmesiyle beraber UEFA Uluslar Ligi, Lig C Grup 1’de gol yemeden namağlup lider bulunan Türkiye’nin geçiş sürecindeki kadrosu ve son durumu ile alakalı siz değerli okurlarımız için bir yazı hazırlamak istedim. Dilerseniz hemen başlayalım! Katar’da düzenlenecek olan 2022 Dünya Kupası’nı kaçırdığımız ve hedefsiz kaldığımız şu dönemde UEFA Uluslar Ligi’nde alınan sonuçlar her ne kadar yüzümüzü güldürse de pek fazla tatmin edici değil. Zayıf rakiplerimize karşı gol dahi yemeden alınan galibiyetler eminim ki hiçbirimizi tatmin etmiyordur. “Altın Jenerasyon” denilen Milli Oyuncular’ın EURO 2020’de sıfır çekmesi, Dünya Kupası hasretimizin 2022’de devam etmesi ve Stefan Kuntz’un yerine başka isimlerin konuşulması her ne kadar sonuçlar iyi olsa da Türkiye’nin hala çalkantılı ve soru işaretli bir dönemde olduğunun göstergesi. Bu dönemin sebepleri: Sorgulanan Kadro Mühendisliği Artık Milli Takım’da “kronik sorun” haline gelmiş aday kadroların açıklandıktan sonra “x” neden yok “z” neden alındı soruları. Yıllardır süregelmiş bu sorun Milli Takım’ın başına Guardiola gelse bile artık çözülmeyeceğini düşünüyorum. Süper Lig’de takım tutan her taraftarın kendi oyuncusunu diğer oyunculardan üstün görmesi, Milli forma altında bile olsa rakip takım oyuncularının sahiplenilmemesi bu sorunlara yol açmakta. Örnek verecek olursak; EURO 2020’den beri Uğurcan veya Altay’ın rakip takım taraftarları tarafından eleştirilmesi, bu iki oyuncunun da aslında tatlı bir forma rekabeti içinde olduğunu ve milli formayı taşıdığının unutulması. Bunun yanında bana kalırsa yanlış tercihler olduğu doğru olsa da artık Türk Milli Takımı’nın bütün bir ülke tarafından desteklenmesinin vakti geldiğini düşünmekteyim. Yabancı Kuralı Yabancı kuralının uygulanmasıyla beraber ülke futbolunun ve oyuncuların değerinin artacağı düşünülüyor ancak tam tersi. Yabancı kuralı öncesi Cengiz, Merih, Çağlar, Yusuf Yazıcı ve daha birçok oyuncunun kendini göstermesiyle beraber Avrupa’ya açılmaları, Türk pazarının Avrupa’daki scoutların dikkatini çekmesi ve birçok oyuncunun Avrupa havasını solumasından sonra gelen yabancı kuralı, ederinden fazlası istenen birçok oyuncu ve Milli Takım’ın kalitesinin düşmesine sebep oldu. Böylece birçok potansiyelli yıldızın Avrupa yerine yabancı kuralı sebebiyle Süper Lig’in büyük kulüplerine imza atıp yedek kulübesine mahkum oldular. Lider Oyuncu Kıtlığı Portekiz maçının sonunda yaptığı konuşmayla Milli Takım’ı bıraktığını açıklayan kaptan Burak Yılmaz’ın ayrılığı sonrasında takımdaki lider oyuncu sayısının azalması da bence büyük problemlerden bir tanesi. Merih, Çağlar, Hakan Çalhanoğlu gibi Avrupa’da tanınan birçok yıldız oyuncuya sahibiz ancak özellikle hücum hattında Hakan Çalhanoğlu, Cengiz Ünder gibi kendini kanıtlamış oyuncuların artık Türk Milli Takımı’nda daha çok ön plana çıkması kanaatindeyim. Burak Yılmaz’ın Milli Takım’ı bırakırken yaptığı açıklamada "Bugün milli takım kariyerime son noktayı koyuyorum. Çünkü bir bayrak değişimi gerekiyor. Bakıyorum Enes, Umut, Serdar Dursun, Halil, Cenk, Kenan Karaman... Biz bu işi nasıl biz devraldıysak, ben de onlara bu formayı bırakıp dışarıdan destek vermek istiyorum." sözleri aslında sadece burada adı geçen oyuncuların önünü açmak değil, az önce ismini saydığım Hakan, Cengiz gibi oyuncuların da bu takıma liderlik etme vaktinin geldiğini söylemekteydi. Ayrıca daha genç yaşında Feyenoord’un kaptanlığı yapmaya başlayan Orkun Kökçü’nün artık Milli Takım’ın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Orkun’u da eğer bu denklemin içerisine katabilirsek daha farklı sonuçlar elde edebiliriz. Sonuç Sonuca gelecek olursak, daha saymaya fırsat bulamadığım Kerem, Yunus, Mert Müldür, Enes, Rıdvan, Ferdi vb. birçok oyuncuyu Milli Takım’ın şablonunun tamamen içerisine alıp bir rekabet ortamı oluşturabilirsek, kadro mühendisliğini oturtursak, yabancı kuralını bir engel olarak kaldırırsak ve son olarak birkaç oyuncumuz elini taşın altına koyarak liderliğini gösterirse EURO 2024’ü oyuncularımız televizyon karşısında izlemek yerine Almanya’da olabilirler. Yazımızın sonuna geldik. Elimden geldiğince Milli Takımı ve Türk futbolunu ele almaya çalıştım. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Millilere Lüksemburg ve Faroe Adaları karşısında başarılar dileriz. Diğer yazılarımızda görüşmek üzere!
- Luciano Spalletti Yenilikçi mi, İnatçı mı?
Liverpool’un yıllar sonra gelen şampiyonluğu ile sonuçlanan 2019-20 sezonunda her ne kadar hocasına kişisel antipatim olsa da her futbolsever gibi şampiyonluk mücadelesi sebebiyle Manchester City’i de izledim. Sezon sonuna doğru çokça gördüm ki Stones (neredeyse) tek stoper ve yerleşimde partneri Portekizli defansif orta saha Fernandinho! Bazen işe yaradı, daha fazla zararı dokundu ama bu durum bana futbol ile aşk yaşayan adam, çok değerli araştırmacı yazar Jonathan Wilson’ın kaleminden çıkan “Futbol Taktikleri Tarihi” kitabını anımsattı. Zira orada görüyorduk ki, futbolu icat eden İngilizler, İskoçlar ile oynarken kimse savunmada durmayı kendine yediremiyor, bunu bir İngiliz için aşağılayıcı görüyordu. Nitekim İskoçlar da kompakt bir oyunla maçı alıyorlardı. Sıkılıp okumayı burada bırakmayın, konumuz tarih değil ve hatta oldukça da güncel. Sadece vurguluyoruz ki futbolda bazen de geriye bakma gerekliliği var. Guardiola sevgisizliğim üzerinden burun kıvrılmayı göze alarak aslında uzun yıllardır futbol izleyicilerinin hayatında olan bir başka ateşli ve Şampiyonlar Ligi grup aşaması başlangıcıyla popülaritesini zirveye çıkarmış bir isimden bahsedeceğiz: Luciano Spalletti. Ancak önden açık olayım, kendisini pek övmeyeceğim. Kahvemi aldım, linç edilmeye hazırım. Kahramanımızı incelerken, miladı 2002 yılında Udinese ile sezon başlangıcına koyacağız, bu tarihten önce biraz gezgin olduğu dönemi görmeyeceğiz ve zayıf bir ligde verilen imkanlara rağmen dominasyon yaratamadığı, Avrupa Kupaları’nda da iyi kadrolarla yokları oynadığı Zenit dönemini de kapsam dışı bırakacağız. Spalletti’yi çok rakamlara boğularak değil, tercihleri ve sonuçları üzerinden analiz edeceğiz. Odak noktalarımız ise oynatmayı seçtiği bekler, tercih ettiği orta alan ve sonlara doğru da ileri uç olacak. Günümüzden başlayalım. Napoli’nin Liverpool’u 4-1 mağlup ettiği ancak daha ilk yarıdan 6-0 olabilecek maçı izlerken dikkatimi çeken yegane husus, Napoli’nin ilk 11’inde oynayan kaleci Meret hariç, stoperler Rrahmani ve Min-Jae dahil herkesin ama herkesin topu ayağına aldığında en az bir oyuncu eksiltebilecek kapasitede olmasıydı. Böyle bir kadroya sahip olmak hem transfer açısından çok zor hem de hala elit takımlar bile orta sahada bir çapa ve kimi zaman öncelikli işi gol vuruşu olan bir santrafor sahada bulundururken tehlikeliydi. Ancak deyim yerindeyse sahada “akan” bir takım vardı ve izlemesi çok zevkliydi. Peki, acaba bu her zaman böyle miydi? Hocamız 2002-05 arası Udinese ile belki ilk değil ama tam olarak Serie A sahnesine çıktığında görece yetenekli ve iyi bir kadrosu vardı. 3 sezonluk süreçte tercih ettiği bekler Marek Jankulovski, Valerio Bertotto, Mirko Pieri, Damian Zenoni gibi oyuncular oldu. Baktığımızda saydığımız isimler bir dörtlü orta sahada dahi kanat olarak oynayabilecek teknik yeterliliğe sahip oyuncular ve 2000'li yılların Serie A’sındayız. Dönemin büyükleri bile bir tarafa Cafu koyarken diğer tarafı Maldini ile sağlama alıyor, şu an 27-28 yaşında olsalar üçlü savunmada stoper oynatılacak Pessotto, Birindelli, Pancaro gibi bekler popülerlikte üst sıralarda bulunuyorlardı. Gelelim orta alan oyuncularına. Hiç de sürpriz olmayan şekilde takımda safkan bir defansif orta saha oyuncusu yok, üç sezonda genç Pazienza ve Tissone nispeten çok az forma şansı bulmuşlar. En etkin orta alan oyuncuları ise David Marcelo Cortez Pizarro (adını uzun yazmaya bayılıyorum), Giampiero Pinzi, Martin Jorgensen ve sonlara doğru Sulley Ali Muntari. Bu oyuncuların ortak özelliklerinden bahsetmeye sanırım pek gerek yok, Anguissa-Lobotka-Zielinski-Ndombele rotasyonunun paraya sıkışmış versiyonu. Udinese üç sezonu sırasıyla altıncı, yedinci ve dördüncü bitiriyor. 2005-06 sezonunun başlangıcındayız ve başkent Roma’dayız. Hocamız sınırlı kaynaklarla Şampiyonlar Ligi potasına soktuğu Udinese sonrası Capello ile yaşadığı şampiyonluk çok uzakta olmayan ve tekrar bu tadı almak isteyen Roma’da. Yemin edebilirim ancak kanıtlayamam; zira Spalletti’nin kadroya ilk detaylı baktığında gözlerinin kanadığına eminim çünkü kadroda aynı anda Olivier Dacourt, Damiano Tommasi ve Daniele De Rossi var. Beklere bakıldığında ise yine bir hayal kırıklığı Panucci, Cufre ve Sartor’un başı çektiği bir rotasyon mevcut. Ancak parlak geçmeyen bir ilk yarı sonrası elde bir lig ikinciliği ve Coppa Italia finali var. İşte burada sorular oluşmaya başlıyor, acaba Spalletti takımları biraz “defense-minded” oyunculara ihtiyaç mı duyuyor? Soruyu cebimize koyup devam ediyoruz. Görevde kaldığı sonraki üç sezonda yukarıda sayılan orta saha canavarlarından takımda sadece De Rossi kalıyor ve sırasıyla genç Faty kulübeye mahkum olup Barruso Galatasaray’a kiralanıyor. Aslında kabul edilebilir, zaten sanırım o dönem De Rossi’yi kesebilmek için Tanrı’nın saha kenarına inmesi gerekiyordu. Tabi ki kendisinin yirmili yaşlarda zaman zaman sola yakın oynaması ve oyun bilgisi bir Spalletti takımına yerleşebilmek için gerekli tüm kriterleri sağlıyordu. Beklere baktığımızda ise yukarıda sayılan stoper orjinli beklerin yerini sezonlara yayılacak şekilde Max Tonetto, Cassetti, Cicinho, Antunes ve John Arne Riise gibi son derece hücumcu oyuncular alıyor, orta sahaya ise Aquilani, Perrotta, Brighi, David Marcelo Cortez Pizarro, Julio Baptista gibi oyuncular yerleşiyordu. Yine ipler Spalletti’ye geçtikçe rotasyonun benzerliği göze çarpıyor. Sırasıyla iki Serie A ikinciliği daha ve altıncılık, bir Coppa Italia ve Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final geliyor. İki dramatik Manchester United eşleşmesi var ki birinde 7-1’lik hezimet ve ikincisinde müthiş bir oyun sonrası eleniş, Wayne Rooney’nin “Roma reserved more” manşeti ve hayal kırıklıkları kalıyor. Spalletti’nin “Kimin Premier League takımı olduğunu sahada herkes gördü” röportajı belki hafızalarda ancak 1982 Brezilya değilseniz futbol bir tabela oyunu. 2016 yılının Şubat ayındayız, büyük umutlarla göreve gelen Rudi Garcia kovuluyor ve Zenit dönemi ve biraz dinlenme sonra hocamız yine başkentte. Kadroda ise yine topla driplingi pek sevmeyen William Vainqueur, Leandro Paredes, Kevin Strootman ve artık yaşı ilerlemiş bir De Rossi var. Bekler ise biraz daha şablonuna uygun, Mario Rui, Emerson Palmieri, Florenzi ve Bruno Peres mevcut. Roma toparlanarak ligi ikinci bitiriyor ancak bu yıl tüm kupalarda 39 gole ulaşan bir Edin Dzeko var ki, insan Spalletti sezon başında gelse sezona kendisi ile başlamak ister miydi diye soruyor insan kendine. Malum, kendisinin net santrafor kullanmayı pek de sevmeyen bir şablonu var. Spalletti, 2016-17 sezonunun bitiminden iki gün sonra Roma ile karşılıklı anlaşarak takımdan ayrılıyor. 2017-18 sezonunun başında İtalyan futboluna yeni bir soluk geliyor, Inter Milan, Çinli bir yatırım şirketi tarafından satın alınıyor ve takımında başına Luciano Spalletti’yi getiriyor. Tahmin edilebileceği gibi takımda tek defansif orta saha Marcelo Brozovic ki kendisinin topla ilişkisi klasik bir çapa gibi değil. Beklere gelecek olursak Dalbert, Ansaldi, Kwadwo Asamoah, Davide Santon, Sime Vrsaljko, kısa bir süre olsa da Cancelo takımda yer buluyorlar. İki tam sezonluk süreçte ise etkin orta alan oyuncuları Kondogbia, Valero, Roma’dan öğrencisi Nainggolan, ve Vecino oluyor. Spalletti yönetiminde iki sezonu da 4. bitiren Inter, uzun süreler sonra Şampiyonlar Ligi marşını duysa da, 2019 yılının Mayıs ayında yolları ayırma kararı alınıyor. Güncel Napoli’yi ise uzun uzadıya yazmanın bir manası yok, zaten izleniyor. Kısaca denebilir ki, takımda yedek stoper Leo Ostigard ve kaleciler hariç herkes topla çok iyi, dripling yapabilir, gerektiğinde adam eksiltebilir. Geçmişe de baktığımızda şunu düşünüyoruz, bu yeterli mi? Bu bilgi yığını sonucunda kişisel görüşüm, yeterli olmadığı yönünde. Forması satmıyor diye Makalele’yi satan Real Madrid’in o dönem başarılardan uzak kalışı, Busquets’ten vazgeçilemeyiş, Casemiro’nun art arda gelen Şampiyonlar Ligi zaferlerindeki katkıları, yerini doldurmak için Tchouameni’ye verilen bedel, Fernandinho’nun Manchester City’nin yetenekli kadrosuna sağladığı fayda ve Manchester United’ın hala bir Roy Keane arayışında olması bize çok şey anlatıyor. Geçmişte yaratılmış Cafu-Maldini, Chivu-Maicon bek ikilileri de bu anlatıya değer katıyor. Futbol artık her zamankinden daha hızlı. Her takım bir geçiş yakalama ve arta kalan zamanda kendine yapılan geçişi savunma peşinde. Ligimizde uzun yıllardır süre gelen atan-tutan klişesini; bir tutan, bir geçişi başlatan ve geleni savunan, bir de ceza sahası içinde net vuruşu yapan yapmadığı zaman da arkadan gelenlere alan yaratan olarak detaylandırabiliriz sanırım. Peşinden iki ay koşulan Raspadori’nin net bir altı pas bitiricisi olmadığı “bence” ortada. Osimhen’in iyi bir son vuruşu olmadığı, Simeone’nin yedek kalacağı, Politano ve Lozano’nun skora katkısının az olacağı aşikar. Zielinski haricindeki tüm orta alan oyuncularının sezon içinde sık sık iniş çıkışlar yaşadığı ve konsantre olamadıkları günlerde savunmada zayıf halka olacakları gün gibi. Di Lorenzo hariç tüm beklerin yer kaybetmeye ne kadar yatkın oldukları da ortada. Luciano Spalletti’nin kendi kurduğu değil, başkasının kurduğu bir takımın üzerine geldiğinde daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Asla yanlış diyemediği doğruları olduğunu ve bunları yıkamadığını düşünüyorum. Hem Milan hem de Liverpool’u yenerken göz zevkimi okşamalarına rağmen elit seviyeye bu şekilde yükselemeyeceklerini ve sezon sonuna ise ne yazık ki nefeslerinin yetmeyeceğini düşünüyorum. Zaman neyi gösterecek, beraber göreceğiz.
- Tempobahçe Fenerbahçe
Bugün sizlere Fenerbahçe'nin ilk 7 haftadaki durumunu, oyununu, yaptıklarını veyahut yapmak istediklerini elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım. Şimdiden iyi okumalar dilerim. 1. Hafta: Fenerbahçe 3-3 Ümraniyespor Sarı lacivertli ekip bu karşılaşmaya 4-1-3-2 gibi bir dizilişle başladı. Arao'yu 6 numara mevkiinde tabiri caizse çapa olarak kullanmak istedi Jorge Jesus. Ancak Brezilyalı oyuncu ilk yarıda vasat bir performans gösterince oyundan alındı. Defans hattındaki stoper Gustavo Henrique ve sol bekteki Luan Peres'in Fenerbahçe kariyerlerindeki ilk lig maçlarıydı. Keza Ferdi'de alışkın olmadığı sağ bekte oynadı. Hal böyle olunca savunma zafiyeti ortaya çıktı ve konuk Ümraniyespor sürekli olarak defans arkasında Gustavo'nun bulunduğu, atak yönüne göre soldan defans arkasına ara toplar denedi. Ayrıca konuk ekip dersine de iyi çalışmıştı. Bunu kornerden buldukları golden anlayabiliriz. Yakaladıkları fırsatları iyi değerlendiren Ümraniyespor Fenerbahçe filelerini 3 kez havalandırdı ve 1 puanı kaptı. Fenerbahçe ise hücum yönünde gayet etkiliydi. Özellikle Valencia'nın ayağından buldukları 2. gol Portekizli hocanın oyuncularından istediği yüksek tempolu oyun ve 3. bölgeye hızla geçişin bir göstergesiydi. Takımın birbiriyle henüz kimyasının uyuşmaması ve gelen bazı bireysel hatalar Fenerbahçe'yi 3 puandan etti diyebiliriz. 2. Hafta: Kasımpaşa 0-6 Fenerbahçe Jorge Jesus geçtiğimiz haftadan bazı dersler çıkarmıştı. Ferdi asıl mevkisi haline gelen sol bekteydi. Osayi ise sağ bekte. Merkezdeki hakimiyeti artırmak için Ümraniye maçında belki de puanı getiren oyuncu olan Zajc 11'deydi. Henüz maçın ilk dakikalarında Fenerbahçe'nin attığı gol sarı lacivertli ekibin elini çok güçlendirdi. Altay'ın başlattığı atakta yalnızca 3 pasla gol atan Fenerbahçe adeta hızlı hücum dersi verdi. Yaklaşık birkaç dakika sonra yine araya atılan bir pasta Valencia rakip savunma arkasında sarktı. Valencia'yı indiren Hasan Yeşilyurt kırmızı kartla oyun dışında kalınca ev sahibi ekibin gardı düştü ve Fenerbahçe için maç adeta şov haline geldi. JJ'in takımlarında felsefe haline getirdiği hızlı, tempolu ve dikine oyun henüz 16 dakikada rakip Kasımpaşa'yı adeta çökertti. Maçın geri kalanını tek kale oynayan sarı lacivertli ekip 6-0'lık rahat bir galibiyet aldı. Net olarak hoca etkisini gördüğümüz maçtan konup ekip rahat bir galibiyetle ayrıldı. 3. Hafta: Fenerbahçe 4-2 Adana Demirspor Fenerbahçe maç boyunca hücumda 4-1-3-2, savunmada ise 3-4-3 gibi bir dizilişle göründü. Atağa çıkarken sol bek olarak destek veren Luan Peres, top rakipteyken stopere geliyor ve orayı 3'lüyordu. Fenerbahçe ilk 2 maçta da olduğu gibi bu maça da pres gücü yüksek, hızlı ve tempolu bir biçimde başladı. Valencia'nın bulduğu gollerle devre arasına 2-0 ile gitti sarı lacivertli ekip. Özellikle 2. golde Serdar Dursun'un Samet'e yaptığı pres golü getirdi. Valencia'da böylece henüz 3 maçta 6 gole ulaştı ve lige hayal gibi bir başlangıç yapmış oldu. 2. yarının hemen başında bir gol daha buldu Fenerbahçe ve skor 3-0 oldu. Ancak bundan sonra her şey tersine döndü. Sağ stoperdeki Lemos'un olduğu hattı maden gibi işleyen Adana Demirspor oradan 1 gol ve 1 penaltı kazandı. Savunma tıpkı Ümraniye maçında olduğu gibi alarm vermişti. Maç bir anda 3-2 oldu ve taraftarlar homurdanmaya başlamıştı. Ancak Rakitsky'nin gördüğü kırmızı kart ve Alioski'nin harika golü Fenerbahçe'nin imdadına yetişti. Fenerbahçe ilk 3 haftada savunma hattını sürekli olarak önde kurdu. Böylece oyun daha dar alanda oynanmış olacak, Fenerbahçe'de istediği presi uygulayabilecekti. Portekizli hoca tam olarak bunu istediği için de hücum hattına net bir pivot santrfor istemedi. İleride rakip savunmaya basacak, tempolu ve hızlı oynayacak bir ileri hat kurmayı amaçlayan JJ transferleri de buna göre yaptı. Keza bunlar işe yaramış gibi duruyordu. Çünkü sarı lacivertli takım yalnızca 3 maçta 15 gol atmıştı. Bu hücum gücüne bir de iyi bir savunma hattı oluşturabilirse çok daha tehlikeli bir takım haline geleceğinden kimsenin şüphesi yok. 4. Hafta: Konyaspor 1-0 Fenerbahçe Fenerbahçe'nin bu haftaki rakibi Konyaspor, henüz ilk 3 maçta gol yememiş bir takımdı. Bu yüzden çok ciddi bir sınav onları beklemekteydi. Maç biraz Konyaspor kontrolünde sakin başladı. Ne demiştik biraz önce: "Fenerbahçe savunma hattını önde kurarak oyunun oynadığı alanı daraltmak istiyor". Tam olarak bunu kanıtlayan şey yaşandı. Henüz ilk 13 dakikada Konyaspor tamı tamına 4 kez ofsayta yakalandı. Ancak daha sonra kimsenin hesaba katmadığı bir şey yaşandı ve daha 22. dakikada Valencia'nın darbesiyle Adil Demirbağ yerde kaldı. Hakem direkt olarak kırmızı kartına başvurdu. Fenerbahçe 10 kişi kalmıştı ve önünde koskoca 70 dakika vardı. Üstelik önceki 270 dakika boyunca gol yemeyen bir ekibe karşı. Jorge Jesus hemen müdahale etti ve Lemos yerine Serdar Dursun oyuna girdi. Lemos'un çıkmasıyla Peres stopere, Lincoln de sol beke geçti. İlk yarı golsüz biterken JJ kontra tehdidi oluşturmak amacıyla Emre Mor ve Osayi'yi oyuna aldı. Amacında da başarılı oldu. Osayi'nin savunma arkasında sarkmasıyla Adil kırmızı kart gördü ve maç 10vs10 haline geldi. Muhammet Demir'in kafasından bulduğu golle maçı kazanan Konyaspor gol yememe serisini devam ettirmiş oldu. Fenerbahçe ise bu sezon ilk yenilgisini tattı. Henüz 22. dakikada en formda oyuncusunun atılmasıyla 10 kişi kalan Fenerbahçe için mağlubiyet adeta kaçınılmaz oldu. 5. Hafta: Fenerbahçe 2-0 Kayserispor Maça net bir 3-4-3 ile başlayan Fenerbahçe'nin orta saha ikilisi Crespo ve Arao idi. Bu ikili sarı lacivertli ekibin orta sahayı şimdiye kadar ki en çok domine ettiği maçı oynadı. Yeni transfer Joao Pedro'da ilk kez 11'de yer aldı. Bu maçta en çok dikkat çeken 2 şey vardı. 1.si konuk Kayserispor'un ilk 60 dakika boyunca Fenerbahçe ceza sahasına hiç girememiş olmasıydı. Bir diğeri ise organize şekilde yapılan ön alan baskısı. Neredeyse maç boyunca Crespo ve Arao ikilisi arı gibi çalıştı. Kayseri'nin oyun kurucuları Bernard Mensah ve Campanharo'nun ensesindeydi bu iki oyuncu. Böylece deplasman ekibini sürekli olarak uzun vurmaya mecbur bıraktılar. Bunun sonucunda da ev sahibi ekip tüm topları toplamaya başladı. Joao Pedro'nun ilk maçında golle tanışması onun adına gerçekten moral verici oldu diyebiliriz. Güzel bir bitiricilikle takımını ilk yarıda öne geçirdi. Brezilyalı hücum oyuncusu maç boyu oynadığı tek toplarla, rakip savunma arkasına attığı koşularla beğenileri topladı. Bir diğer övgü de Pedro'nun partneri Joshua King için. Son zamanlarda kesinlikle fizik gücünü artırdı ve maç ritmini bulmaya başladı. İlk kez oynadığı Şampiyonlar Ligi ön elemesindeki King'i hatırlıyorum da, arada dağlar kadar fark var. Maçın 50. dakikasında Pedro adeta Norveçli oyuncuya duvar oldu ve paslaştılar. Ceza sahası dışından köşeye net bir vuruşla golünü atan King, takımını artık iyice rahatlatmıştı. Oyunu maç boyu domine eden ve sürekli rakibe basan, isteyen bir takım görmek şüphesiz Fenerbahçe taraftarını çok mutlu etti. Kadıköy artık eskisi gibi rakipler için korkulu rüya haline gelmeye başlamanın sinyallerini veriyordu. 6. Hafta: BAY 7. Hafta: Fenerbahçe 5-0 Alanyaspor Fenerbahçe bay geçtiği haftanın ardından kendi sahasında Alanyaspor'u konuk etti. Rennes maçında sakatlığa kurban giden Luan Peres'in yokluğundan dolayı bu maça 4'lü defans hattıyla çıktı sarı lacivertli ekip. Net bir 4-1-3-2 ile. Yine Arao-Crespo orta sahası son maçlarda olduğu gibi ilk 11'deydi. Fenerbahçe Alanya'ya tam 5 gol attı. İlk 4 gol birbirinin neredeyse aynısı desek yeridir. İlk golde ön alan baskısında henüz 5. dakikada Crespo kaptığı topta Valencia'yı gördü. O Rossi'ye çıkardı. Uruguaylı oyuncu da topu filelere gönderdi. Yaklaşık 10 dakika sonra bir ön alan baskısı ve presle Fenerbahçe bir korner kazandı. Kornerde 196'lık kulesi Gustavo Henrique ile golü buldu. İlk yarının son dakikalarında bu kez Emre Mor topu kaptı, verdiği pasta Crespo sol köşeye yaptığı muazzam bir vuruşla takımını henüz ilk yarıda 3-0 öne geçirdi. Gelelim maçın 70. dakikasına. Yine bir pres, yine bir baskı. İrfancan ile topu kapan Fenerbahçe çıktığı hızlı hücumda topu Valencia'ya oynadı. Ekvatorlu oyuncu Lincoln ile yaptığı al-ver sonucu topu ağlara gönderdi. Yaklaşık birkaç dakika sonra Fenerbahçe yine, yine ve yine topu kaptığı gibi hızlı hücuma çıktı. Valencia'nın pasında İrfan topu şık bir şekilde ağlara gönderdi. Fenerbahçe tıpkı Kayserispor maçında olduğu gibi ilk dakikadan itibaren rakibine adeta nefes aldırmadı. Savunma kurgusunu neredeyse orta saha çizgisine çeken sarı lacivertli ekip kaptığı bütün toplarda etkili oldu. Tabi bu durumda Alanyaspor teknik direktörü Francesco Farioli'nin de payı büyük. İtalyan teknik adamın kendi yarı alanından pasla çıkmak istediğini ve topla oynamayı çok sevdiğini biliyoruz. Ancak bu sevdası onun için pahalıya patladı. Bu durum ona tamı tamına 5 gole mâl oldu. Bu içeriğimde sizlere güzel bir yazı çıkartıp Fenerbahçe’nin ilk 6 maçından gözlemlediklerimi yazmaya çalıştım. Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur. Okuyan herkese teşekkür ederim. Sonraki yazılarda görüşmek üzere'
- Bayern Münih, PSG'yi Eledi!
Merhabalar, bugün sizlere Şampiyonlar Ligi son 16 turu rövanş karşılaşması olan Bayern Münih v Paris Saint Germain maçını değerlendireceğim. Keyifli okumalar dilerim. Kadrolar Ev sahibi Bayern bu karşılaşmada 3-2-4-1 gibi dizildi. Man City’de yeterli forma şansı bulamadığı için Pep Guardiola ile sorun yaşayan ve Bavyera ekibine kiralık olarak gelen Cancelo, bu maçta da yedek soyundu. Bu durumun Portekizli oyuncu nezdinde homurdanmalara yol açtığı söyleniyor. Her ne kadar top tekniği ve hücum yönü iyi olsa da savunma kısmında yaşadığı zafiyet nedeniyle Cancelo’nun da iğneyi artık kendisine batırması gerektiği kanaatindeyim. Stanisic-Upamecano-De Ligt üçlüsü savunma tandemini oluşturdu. Nagelsmann son lig maçında olduğu gibi sağ kanat bekte Coman’a solda ise Davies’e yer verdi. Kimmich ve Goretzka merkez ikili olurken önlerinde daha hücumcu olan Thomas Müller ve Jamal Musiala yer aldı. İleri uçta ise 33 yaşında kariyer zirvesini yaşayan Kamerunlu futbolcu Choupo Moting yer aldı. Konuk Paris ekibinde ilk maçtan farklı olarak 3'lü bir formasyon gördük. Orta saha orjinli olan Danilo Pereira bu maçta Ramos ve Marquinhos’un yanında sağ stoper olarak görev yaptı. Kenarlarda Hakimi ve Nuno Mendes, merkezde Verratti, Neymar’ın yokluğunda Vitinha ve Fabian Ruiz’i gördük. İleri uçta Arjantinli süperstar Messi ve aynı kalibredeki bir başka isim olan Mbappe yer aldı. İlk Yarının Değerlendirmesi Bayern Münih, mücadeleye ilk maçta olduğundan farklı olarak daha temkinli ve dengeli başladı. İlk maça yüksek pres gücüyle başlamışlar, Fransız ekibini neredeyse ilk yarım saat kendi yarı sahasına hapsetmişlerdi. Ancak bu maç daha kontrollü olduklarını gördük. Bunun sebebini de her ne kadar Bayern’e ve skor avantajına bağlasam da PSG’nin 3'lü defansla başlamasının etkisinin olduğunu düşünüyorum. Arkada 1 kişinin daha olması onlar adına oyun kurulumunu kolaylaştırırken aynı zamanda oyuna da ortak olmalarını sağladı. Yine de tüm bu etmenlere rağmen orta sahada geçen kıran kırana bir mücadele izledik. PSG, tempoyu artırmaya çalıştığında Bayern tempoyu düşürüp oyunun kontrolünü eline alıyordu. Marquinhos’un yaşadığı talihsiz sakatlık yerini Mukiele’ye bırakmasına neden oldu. 38. dakikada Sommer’in hatası sonucu Vitinha’nın boş kaleye yuvarladığı topta Hollandalı stoper De Ligt harika bir müdahalede bulundu. Bu bireysel hata dışında ilk yarıda net bir pozisyon izleyemedik ve devre golsüz eşitlikle sona erdi. İkinci Yarının Değerlendirmesi Henüz 36. dakikada oyuna giren Mukiele’yi devre arasında oyundan alan Galtier izleyenleri şaşkına çevirdi. Onun yerine 2005'li genç stoper Bitshiabu dahil oldu. Paris ekibi oyun olarak da ikinci yarıda istediğini üretemedi. Yine topun ve oyunun kontrolünü ‘’istediği zaman’’ ayarlayan Bavyera ekibi 61. dakikada Goretzka’nın ön alan baskısında kaptığı topta Choupo Moting ile golü buldu ve skor olarak da üstünlüğü ele geçirdi. Golden sonra Messi ve arkadaşları biraz canlanmaya çalışsalar da bunun pek bir faydası olmadı. Nagelsmann ileri uca Gnabry ve Sane’yi alarak takımını bir kontra takımına dönüştürdü. Bu değişiklik ile rakibinin üstüne gelmesi sonucu savunma arkasında oluşacak boşlukları değerlendirmesi amaçlayan genç hoca bu hamlesinde de başarılı oldu. 89. dakikada hızlı gelişen atakta Gnabry sol ayağıyla köşeye temiz bir vuruş yaparak maçın fişini çekti. Genel Değerlendirme Kaybeden tarafla başlayalım. Konuk Paris bugün topla oynama oranlarında rakibine nazaran kısmen üstün olsa da net bir pozisyon dahi üretemedi. Goretzka ve Kimmich’in orta sahada sergilediği üstün seviyedeki dirençli oyun, başta Messi olmak üzere tüm takımın elini kolunu bağladı. Oyunu kenara yıkmak istediklerinde ise Alphonso Davies gibi bir tabiri caizse "makine" ile karşılaştılar. PSG’nin bugün her ne kadar etkisiz, temposuz ve kısır olduğunu söylesek de onları bu duruma iten şeyin Bayern Münih’in fiziksel olarak rakibinden en az birkaç gömlek üstün olmasına da bağlıyorum. Bu iki faktör birleşince bizlere son derece sıkıcı bir takım ve oyun seyrettirdiler. Alman Panzerleri bugün toplu topsuz her alanda üstün bir performans ortaya koydu. Burada 3-2-4-1 gibi bir formasyona yönelerek hem merkezi çok iyi tuttular hem de 3'lü formasyonun zaafiyeti olarak düşünülen kanatları Coman ve Davies’in atletizmiyle çok iyi kapattılar. Tabii merkezde Goretzka ve Kimmich gibi iki yorulmak bilmeyen dinamonun da olduğunu unutmayalım. Bayern dönem dönem form düşüklüğü yaşasa da doğal olarak turnuvanın 3 favorisinden biri konumunda. Onları Man City ve Real Madrid karşısında izleme düşüncesi ise bizler için büyük bir zevk olacaktır. Sizlere bu yazımda Bayern Münih v Paris Saint Germain maçını değerlendirdim. Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur. Başka yazılarda görüşmek üzere esen kalın.
- Copa Libertadores ve Copa Sudamericana
Copa Libertadores Güney Amerika kıtasının en büyük iki kupası Copa Libertadores ve Copa Sudamericana kupalarında finalistler belli oldu. Libertaı, dores kupasında iki Brezilya temsilcisi Flamengo ile Paranaense 29 Ekim TSİ 03.00’da Ekvador liginde Barcelona SC takımına ev sahipliği yapan Estadio Monumental Banco Pichincha stadında en büyük olmak için karşı karşıya gelecekler. Copa Sudamericana kupası finalinde Brezilya ekibi Sao Paulo ile Ekvador ekibi Independiente Del Valle takımları 1 Ekim Cumartesi günü TSİ 23.00’da Arjantin’nin Cordoba şehrinde Estadio Mario Alberto Kempes stadında karşılaşacaklar. Libertadores kupasını tarihinde 2 kez müzesine götüren Clube de Regatas do Flamengo, kupayı ilk kez 1981 yılında 3 maç üzerinden oynanan maçlarla kazandı. O dönem ki statü gereği finalin ilk maçını 2-1 kazanan Flamengo rövanş maçını 1-0 kaybetti. Final karar maçını Zico’nun attığı gollerle 2-0 kazanan Flamengo, Teknik Direktör Paulo Cesar Carpegiani yönetiminde Libertadores kupasını müzesine götürdü. Kırmızı siyahlılar son şampiyonluklarını Fenerbahçe’nin başında bulunan Jorge Jesus ile kazandı. 2019 yılında finalde River Plate’yi takımda bulunan yıldız oyuncusu Gabriel Barbosa’nın son iki dakikada attığı gollerle yendiler. Geçtiğimiz sezonunda finalisti olan Flamengo, son iki sezonun Libertadores kupa şampiyonu Palmeiras’a 2-1 kaybeti. Flamengo, grup maçlarında başladığı kupada elemelerde dahil hiç yenilgi yaşamadan finale geldi. Finale gelene kadar 12 maç oynayan Kırmızı-Siyahlılar 11 galibiyet, 1 beraberlik aldı. Rakip filelere 32 gol atıp kalesinde 8 gol gördü. Kupa boyunca aldıkları tek beraberlik 2-2 biten Talleres deplasmanıydı. Son 16 turunda Kolombiya ekibi Dep. Tolima’yı 0-1 ve 7-1 yenen Flamengo çeyrek finade Vitor Pereira’nın Corinthians’ını iki maçtada 0-2 ve 1-0, yarı finalde ise Arjantin’in Velez takımını yine her iki maçta 0-4 ve 2-1 yenen kırmızı siyahlı takımın Teknik Direktörlüğünü Dorival Junior yapıyor. Flamengo takımında Gabriel Barbosa, D. Luiz, Filip Luis, De Arrascaeta, Diego, Arturo Vidal, Pedro ve Everton Soares gibi isimler bulunuyor. Tecrübeli Teknik Direktörü Felipe Scolari ile kupayı isteyen Paranaense, ise grup maçlarında istikrarsız bir görüntü çizse de iç sahada 3 maçını kazanan Paranaense, deplasmanda 1 puan alabildiği grupta gol atma başarısı gösteremedi ve kalesinde 6 gol gördü. Rakibi gibi Kırmızı Siyahlı renklere sahip olan Paranaense, son 16 turu grubunda da karşılaştığı Libertad’ı 2-1 ve 1-1 ile geçen ekip çeyrek finalde 0-0’ın rövanşında Arjantin’de Estudiantes’i 90+6’da Vitor Roque’nin golüyle 1-1 ile geçti. Yarı finalde çok zorlu bir ekip onları bekliyordu. Son şampiyon Palmeiras’ı ilk maçta 1-0 yenen Scolari’nin ekibi rövanş maçında ilk yarıda 2-0 geriye düşmesine rağmen ikinci yarıda Pablo Felipe ve D. Terans’ın golleriyle 2-2 berabere kalarak adını bu sezon Libertadores finaline yazdırıyordu. Paranaense takımı 2018 ve 2021 yıllarında Copa Sudamericana kupasını müzesine götürerek son şampiyon ünvanıyla Libertadores finaline çıkacak. Fernandinho, Marlos, D. Terans gibi tecrübeli oyuncuları ile Paranaense ilk kez kupayı müzesine götürmek istiyor. Copa Sudamericana Avrupa UEFA Kupası ile eş değer olan Copa Sudamericana eşleşmesi Sao Paulo ile Independiente Del Valle arasında oynanacak. Tek şampiyonluğunu 2012 yılında Ney Franco, yönetiminde Arjantin eikibi Tigre’yi 0-0 biten maçın rövanşında 2-0 yenerek kazanan Sao Paulo, ikinci kez kupayı kazanmak istiyor. 4 takımın mücadele ettiği grup maçlarından birinci olanın son 16 turuna çıktığı kupada Sao Paulo, finale kadar tek yenilgisini yarı final ilk maçında Atletico Goianiense karşısında aldı. Son 16 turunda Şilili rakibini her iki maçta 2-4 ve 4-1 ile farklı geçen Sao Paulo çeyrek finalde kendi ülkesinin takımlarından Ceara’yı 1-0 ve 2-1 ile eleyen Kırmızı Siyah Beyazlı ekip yarı finalde bir diğer Brezilya ligi temsilcisi Atletico Goianiense’ye 3-1 mağlup olmasına rağmen rövanş maçında normal sürede 2-0 yendiği rakibini penaltılarla 4-2 yenerek adını Sudamericana finaline yazdırdı. Ekvador’da alt yapıdan çıkardığı isimlerle adını duyuran Independiente Del Valle, Libertadores Kupasında başladığı serüvende Atletico Mineiro ve Kolombiya ekibi DEP. Tolima’nın arkasından üçüncü sırada yer alarak rotasını Sudamericana kupasına çevirdi. Son 16 turunda başladığı kupada Lanus’u 2-1 ve 0-0 ile kupanın dışına iten Ekvador temsilcisi çeyrek finalde Venezuela ligi takımlarından DEP. Tachira’yı her iki maçta da 0-1 ve 4-1 ile geçerek yarı finalde Peru ekibi Melgar ile eşleşti. Melgar’ı rahat bir şekilde her iki maçta da 3-0’lık skorlarla mağlup ederek finalde Sao Paulo’nun rakibi oldu. 2019 yılında kazandığı kupada bir kez daha finale yükselen Independiente Del Valle kupayı ikinci kez müzesine götürmek isteyecek. Libertadores kupası finalinin gece 03:00'te olsa da izlenmeye değer 2 final maçı olacak kıtada yıldızlar ve geleceğin yıldızlarını izlemek çoşkulu tribünleri ile izlenmeye değer 2 final için ekran karşısında olmanızı tavsiye ederim. Keyifli seyirler…
- Formula 1'de Araç Ayarları
Formula 1’de araçlar, her pist için farklı kurulumlara gerek duyar. Takımlar için iyi bir kurulum seçmek o hafta için iyi bir yarış ve sıralama performansı demektir. Peki takımlar araçlarını piste ve yarışa hazırlamak için hangi ayarları yapıyorlar? Downforce (Yere Basma Gücü) Aracın lastiklerinin piste yapışık olması, bu sayede virajlarda hızlı olarak sürüklenmeden en az şekilde etkilenmesidir. Temelde kanat açılarını arttırmak downforce etkisini arttırmaya yaramaktadır. Geçmişte kanatlar %60 oranında downforce etkilerken günümüzde bu oran %40’a düştü. Taban ve difüzör etkisi ise artarak %60 seviyesine geldi. Bu nedenle taban ve difüzör daha önemli hale geldi. Toe Açısı Araca üstten bakıldığında, tekerleklerin aracın merkez hattına göre gördüğü açıdır. Görüldüğü gibi 3 toe açısı vardır. Genelde ön tekerlerde toe out arkada ise toe in seçilir. Toe track rodun uzatılıp kısaltılmasıyla ayarlanır. Ön tekerlerde toe out tekerlerin ısınmasına ve aynı zamanda daha fazla tutuş ve dengeye yardımcı olur. Arka tekerlerdeki toe in ise fren performansına yardım eder fakat toe out da düzlükte hızlanmayı iyileştirir. Mercedesin DAS sistemi bu nedenle geliştirilmişti. Sürüş Yüksekliği Ana fikir aracı sürüş esnasında mümkün olduğunca alçaltmaktır. Downforce performansını maximuma çıkarmak için araç yüksekliği genelde düşük tutulur fakat ön ve arka yüksekliklerin arasındaki denge difüzörün hava akisini genişletmesi için daha fazla alan demektir. Günümüzde yunuslama sorunu yaşayan takımlar araçlarının yüksekliğini arttırarak, downforcedan ödün vererek bu sorunu çözmeye çalışmıştır. Ön tarafın indirilmesi, önden savrulma problemi ortaya çıkarabilir tam tersi ise savrulmayı önleyici önlem olarak kullanılır. Lastik Basınçları F1'in lastik tedarikçisi Pirelli, her takıma izin verilen ve takımlar tarafından uyulması gereken gerekli basınç aralığını sağlar. F1'de lastik basınçları, piste bağlı olarak yaklaşık 1.5 bar veya daha düşük olabilir. Daha düşük lastik basınçları, yol ile genel temas alanını ve tutuşu iyileştirebilir, ancak düşük hava basıncı daha fazla aşınmaya yol açar. Daha yüksek basınçlar, genel olarak daha az kavrama sağlar ve daha sert bir kurulum sunar, ancak çok fazla aşınma oluşturmaz. Fren Bias Frenleme gücünün miktarı ön ve arka devreler arasında kokpitten yönetilebiliyor bu pilota daha dengeli bir sürüş ya da yakıt harcama olanağı sağlıyor. Normal koşullar altında frenleme gücünün %60’lık miktarı ön tekerleklere doğru gider, yavaşlatma görevinin üstlenir. Pistte, frenleme sırasında kilitlemeyi en aza indirmek için fren eğilimini değiştirmek anahtardır, ancak bazı virajlar farklı zorluklar getirebilir. Önde çok fazla kilitleme, fren biasının arkaya kaymasını sağlarken, arka kısmın fazla kilitlenmesinde bunun tersi geçerlidir. Kamber Açısı Kamber, önden veya arkadan bakıldığında tekerlek aksamının eğimidir. Pozitif kamber, lastiğin üst kısmının alta göre dışa eğilmesi, negatif kamber ise tam tersidir. Modern araçlar, şişman lastik ve sert yan duvarlara sahip olduğundan, negatif kamber ile çalışır. Virajlarda, aracın sürüklenmesine karşı koyan bir kamber ayarı kullanmak (dış tekerlek için en geniş temas alanı) idealdir, ancak çok fazla kamber, lastiğin iç kısmının dışından daha hızlı aşınacağı anlamına gelir. Kamber ve toe ayarları ufalanmayı azaltmak için de kullanılır. Kaster Açısı Direksiyon ekseninin dikeye olan eğim açısıdır. Direksiyon ekseni geriye doğru yatırılırsa kaster pozitiftir; öne eğilmişse, kaster negatiftir. Tüm F1 arabaları en az birkaç derecelik pozitif kaster açısıyla çalışır. Pozitif kaster direksiyonu daha sert ve daha az tepkisel hale getirir. Ön lastikler daha fazla yere tutunur araç arkadan kaymaya daha eğilimli olur. Formula 1 araç ayarları ile ilgili bilgiler aktarmaya çalıştım sizlere. Umarım beğenmişsinizdir. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler!
- Elveda Roger Federer, Elveda Ekselansları
Tenis tarihinin taraflı tarafsız belki de en büyük efsanesi... Kazandıklarının yarısını yapabilecek yeni jenerasyondan isim belki de yok. Son 1.5 yıldır sakatlıklardan ötürü hiç bir turnuvada olmasa da, onsuzluğa kimse alışmış değildi. Kısa bir araydı bu. Ancak tamamen veda etmesine nasıl alışılabilir... Belki de alışılamazlığı en güzel Rafael Nadal'ın gözyaşları açıklıyor. 1981 doğumlu İsviçreli raket Roger Federer... Böyle bir tarifi elbete yapmak çok abes olur ekselansları için. Ancak onu daha detaylı inceleyebilmek için doğumu olmasa da, kariyerinin başındaki kırılmalara değinmezsek ayıp etmiş oluruz. 20 Grand Slam sığdırdığı profesyonel kariyerinde en dominant olduğu yer tabiki Wimbledon. Özellikle 2003-2009 arasında sadece 2008'i pas geçerek adeta tulum çıkarıyordu. Tek kaybı olan 2008'de ise Nadal'a 3-2 ile kaybediyordu. 4 saat, 48 dakika sonunda kaybeden o dönemin genç raketi burada üstelik maç sayısı da gördüğü maçı kazansa herhangi bir Grand Slam'de üst üste 7 sayısına ulaşması eşi benzeri olmayan bir başarı sağlayacaktı. Toplamda 8 Wimbledon, 6 Avustralya Açık, 5 Amerika Açık ve 1 Roland Garros şampiyonluğu elde etti Federer. Bunları başarırken toplamda 310, üst üste 237 hafta Dünya 1 numarası ünvanını elinde bulunduruyordu. Burada en manşetlik olayı ise 2007 Avustralya Açık'ı tüm turnuva boyunca set vermeden kazanması olmuştu. Büyük 3'lünün en simgesel oyuncusuydu belki de Roger. Muhteşem tek el backhandi, sahada her zaman büründüğü centilmen tavrı onu hep diğerlerinden bir adım öne atıyordu. Bir döneme damga vuran, o dönemki nesile tenisi sevdiren çok büyük kariyer. Pandemi dönemi, tam kapanma dönemi, herkes evlerine kapandığı kaotik dönem... İtalya'nın Finale Ligure bölgesinde iki küçük kız evlerinin çatısında tenis oynarken Roger Federer'in onları keşfetmesi ve beraber oynaması bile ne denli büyük ve alçak gönüllü bir isim olduğunu kanıtlar nitelikte. Laver Cup'taki efsane veda. Nadal'la verdikleri o duygusal ötesi anlar. Belki de en büyük rakibine karşı, üstelik vedasında ağlamak. Burada elbette Nadal'a parantez açanlar olacaktır ancak bizim ağlatana bakmamız lazım. Kaç tane sporcu vardır ki bunu yaşatacak. Biz onu tanıyan, izleyen şanslı insanlarız. Çok önemli ve uzun bir dönemde inanılmaz bir oyun dominasyonu sağladı İsviçreli raket. Bu hikaye elbet bir yerde bitecekti ancak her veda erken geliyor. Wimbledon denince her zaman akla o geliyordu ve hala o gelecek. Basel'den bile daha yakın, adeta evi gibiydi orası. İlerleyen dönemde muhakkak bir korta verilip ölümsüzleştirilmeli bu büyük isim. Aksi yaşansa dahi asla kalplerden çıkmayacak efsane bir kariyer yaşattı bizlere. Yaşattıkları, izlettikleri, yaptıkları için ne kadar teşekkür etsek az kalır. Asla unutulmayacaktır ekselansları...
- Yeni Başlayanlar İçin: "Fitness'a Mükemmelliyetçi Olarak Başlamayın!"
Herkese esenlikler. Bu yazıyı fitness'a yeni başlayanların aklına takılan "mükemmeliyetçi bir davranış olarak" gördüğüm birkaç soruyu aydınlatmak için kaleme alıyorum. Birey, tarih boyunca her alanda kendi versiyonun en iyi halini görmek için çabalar, çalışır, gecesini gündüz eder. Buna kendi hayatlarımızda da şahit olmuşuzdur. Bir işi yaparken en iyi olma ve en iyisini yapma dürtüsü insana yaptığı işlerde başarı kazandırmıştır. Birey bu iyi olma dürtüsünü fitness'a da aktarmak istiyor lakin bu şimdiye kadar yaptığı işlerden çok uzun zaman devam eden bir iş olduğu için ilk zamanlarda başaramadığını düşünerek bırakma yolunu seçebiliyor. Bu bırakma seçeneği aslında içinde yatan mükemmeliyetçi ruhun tatmin olamaması da diyebiliriz. Her şeyin hızlı yaşandığı sürekli bir koşuşturma içerisinde olduğumuz şu dönemde fitness'taki hedeflerinde bir an önce gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu sizi biraz üzebilir lakin ilk ayınızda aynadaki görüntünüzde farklılık olmayacak. Ama şuna da emin olun, 3 ayın sonunda evet vücudum da bir değişiklik hissediyorum demeye başlayacaksınız. Bu süreçte mental olarak artık sporun sizi rahatlatabilecek bir araç olduğunu kesinlikle unutmayın. Spor sırasında salgılanan dopamin seratonin gibi hormonlar günün geri kalanında sizi daha iyi hissettirecek ve daha dingin bir kişiliğe sahip olmanızda yardımcı olacaktır. Yani evet, siz fiziksel bir gelişim hissetmeseniz dahi akut olarak vücudunuzda kimyasal bir şeyler oluyor ve bu sizi günün geri kalanında iyi hissettiriyor. Nihayet 1 yılın sonuna geldiğinizde değişimi çevrenizdekilerde fark edecektir. Bir üç beş ay gibi zamanlar bireysel farklılıklar illaki gösterecektir. Her şeyin mükemmel olarak ilerlemeyeceği aslında bunun da bu süreç içerisinde bir yeri olduğunu düşünürsek ortada gelişmemeniz ve hedeflerinize ulaşmamanız için hiçbir sebep kalmıyor. Egzersizlerimi nasıl seçmeliyim? Egzersiz hayatınızın bir parçası olmalı. Yeni başlayan birinden kimse profesyonel sporcu performansı beklemiyor. Sabah yataktan çıkamayacak kadar yorulmayın. Bir sonraki eğitim için iştahla ve zevkle gidebileceğiniz bir rutin oluşturun. Diğer spor branşlarında evet ne kadar çok tekrar edersiniz mesai harcarsanız yeteneğinizi o kadar iyi pekiştirebilirsiniz. Bu kural fitnessta haftalık olarak karışımıza çıkar ne kadar hafta plana uygun olarak kaldıysanız o kadar da gelişim kat edersiniz. Spor sizin bir parçanız zorunluluk ve görevmiş gibi yapmayın. Egzersiz sıklığım nasıl olmalı? Bu soru hazırlanmış olan programa ve hedeflerinize bağlı. Bireysel farklılığı çok yüksek bir soru. Bilmeniz gereken her şeyi optimum yapmak zorunda değilsiniz, birçok program var hayatınızda, uymuyorsa sporu değil programı değiştirin. Önce sporu hayatınıza entegre edin alışkanlık kazandıktan sonra yoğunluğun kendiniz için nasıl daha uygun olduğunu ayarlayacaksınız. Nasıl beslenmeliyiz? Hedefin ister kilo almak ister kilo vermek olsun elinde yapabilecek iki şey var; kalori açığı ve egzersiz. Kalori kabaca besinlerin doku içerisinde yanarak ortaya çıkardığı enerji diyebiliriz. Günlük aldığınız kalori yaktığınız kaloriden fazlaysa kilo alırsınız, az ise kilo verirsiniz. Bu fark ne kadar çok artarsa süreç o kadar hızlanır. Üstte bahsettiğim mükemmeliyetçilik burada devreye giriyor bireyler beslenmediği için egzersiz rutinlerini de terk ediyorlar. Bu yapmamanız gereken bir şey evet, beslenme ile egzersiz ayrılamaz lakin yeni başlayan biri için bu süreç içerisinde orta yolunu bir şekilde bulacak sen kontrol edebildiğin kadarına devam et sürece güven. Kaç saat uyumalıyım? Bazen 5 saat uyuduğunuzda kendinizi çok enerjik bazen de 10 saat dahi uyusanız hâlâ uykunuz varmış gibi hissedersiniz, bu durum günün yorgunluğuna ve aktivitenize göre değişir. Uyku gelişim için önemli bir husus lakin bu uykunuzu alamadığınızda egzersiz yapmayacağınız anlamına gelmemeli. Sporcular için 8-10 saat tavsiye edilen süredir, siz o gün 6 saat uyuduysanız bu gelişmeyeceğiniz anlamına gelmez. Bu dört soru sıkça karşılaştığım sorulardı, cevabı ise neredeyse ortak yeni başlayan biriyseniz önce sporu hayatınıza entegre etmeye çalışın. Dünyanın en iyi vucüt geliştirmecileri, fitness modelleri, hocaları tek bir antrenman sistemi, beslenme düzeni uygulamıyorlar yani fitnessta kesinlikle tek bir doğru yoktur. Hata yapmaktan korkmayın kendinizi ilerlettiğiniz bir işe nasıl başladığınızı, nasıl hatalar yaparak doğrularını öğrendiğinizi hatırlayın. Mükemmeliyetçi olmayın sürecin size kazandıracaklarına güvenin. Siz zamanla sizin işinize en çok yarayan mekanizmayı bulduğunuz dönemde bu iş çok daha eğlenceli olmaya başlıyor. Sporu sizi zorlayacak bir alışkanlık değil rutinleriniz arasında sadık kalabileceğiniz bir sistem olarak şekillendirin. Özetle spora yeni başladıysanız her şeyi bir profesyonel edasıyla yapmanız gerekmez, bu onların mesleği sizin ise kendinize değer katmak ve geliştirmek. Sporu rutin bir çizgiye oturttuğunuzda hayatınızın bir parçası haline getirdiğinizde zaten geliştiğinizi hissedeceksiniz ve düşüncelerinizde olgunlaşacaktır. Unutmamak gerekir ki mermeri delen suyun şiddeti değil devamlılığıdır.
- Formula 1 Singapur Hafta Sonunda Neler Oldu?
Herkese merhabalar. Bugün sizlerin karşısına Formula 1'in Singapur hafta sonu ile çıkıyorum. Yarış öncesinde, yarış içerisinde ve yarış sonrasında bolca olayın olduğu Singapur'da enfes bir yarışı geride bıraktık. Sizleri daha fazla bekletmeden başlayalım! Max olmazsa Checo, Checo olmazsa Max Red Bull, gücünü iki pilotu ile göstermeye devam ediyor. Max'in olamadığı periyotlarda Checo kupaları süpürüyor. Tarihin en iyi ikinci pilotları arasında da yerini sağlamlaştırıyor. Yarışa 2. sıradan başlayan Perez, güzel bir çekişle ilk virajda liderliği aldı ve uzun bir süre yarışı kontrol altında tuttu. Güvenlik aracının ve sarı bayrakların olduğu periyotlarda Leclerc farkı indirsede Perez'i geçemedi. Bu geçiş Perez'in yapacağı bir hataya bakıyordu açıkçası. Zaman zaman ufak blokajlar yapan Checo, aracının denge ve fren kısmında sorun olduğunu takıma bildirdi. Bu telsiz konuşması sonrası her iki taraftan kutlamaya kadar ses duymadık. Muhtemelen sorun gerçekten vardı ve çözüldü. Çünkü 1 saniye bile olmayan fark, yarış sonunda 7.5 saniyeydi. Max ise yarışa kötü bir start ile başladı ve 8. başlamasına rağmen ilk 10'un dışına çıktı. Devamında hızını arttırarak geçişlerini yapan son dünya şampiyonu 5. sıraya kadar geldi. Önünde McLaren pilotu Norris vardı. Geçişini yapmak için hamle yaparken lastiklerini yaktı ve güvenliği bölgeye uçarak tekrar geriledi ama yarışı 7. sırada tamamlamayı başardı. Bu hafta sonu olmasa da Japonya'da şampiyonluğunu ilan etmesi olası. Ferrariler 2 ve 3... Ya Max'in ya da Checo'nun arkasında podyumu tamamlamaya alıştı Ferrariler. Tifosi bu duruma hala kızgın olsa da takım ve pilotlar uzun bir zaman galibiyet alamamaya devam ediyor. Yarışa ilk sıradan başlayan Leclerc ilk virajda geçildi ve 2. sıraya düştü. Yarış sonuna doğru Checo'yu yakalasa da geçişi yapacak hamleyi yapamadı, üstüne bir de pilotaj hatası yaptı. Ama birçok pilotun bu hafta sonu boyunca aracı zorladıkları için hata yaptıklarını gördük. Bu gayet doğal fakat hala galibiyet alamamaları onlar adına üzücü. Carlos Sainz ise yapması gerekeni yaptı açıkçası. 4. başlayan İspanyol pilot, ilk virajda Hamilton'u geçerek 3. sıraya çıktı ve yerini kontrol altında götürdü. Onun adına oldukça olumlu bir yarış olduğunu söyleyebiliriz. Mercedesler için hüsran! Russell'ın pit yolundan, Hamilton'un da 3. olarak başladıklarını düşündüğümüz bir denklemde 14. ve 9.'luk fiyasko diyebiliriz. Russell, yağmur lastikleri ile asla farkı kapatamayınca orta hamur lastik kumarını oynadı Mercedes. Fakat çok çok erken bir hamleydi bu. Zaten bu süreç içerisinde Russell, açık ara pistin en yavaş ismiydi. Elinden geleni yapsada İngiliz pilot, yarışı bitiren pilotlar arasında sonuncu oldu. Hamilton ise aracı sebebiyle pilotaj hataları yapmaya devam ediyor. Aracından maksimum verim almaya her çalıştığı zaman hep bir sorun ile karşı karşı kalıyor. Bugün bir pilotaj hatasında bulunmasaydı, muhtemel bir 4.lük hatta bir 3.lük onun olabilirdi ama bu olmadı. Aynı zamanda Mercedes'in sorunları tam olarak hala anlamadıkları ve o yönde ilerleyemediklerini biliyoruz. Bunlar pilotlar ve Toto Wolff'den gelen açıklamalar... Bakalım önümüzdeki yarışlarda şapkadan tavşan çıkararak galibiyet elde edebilecekler mi? McLarenler'den maksimum puan Her ne olursa olsun kafaya mücadele eden 3 takımdan 3 pilotun sorun yaşadığı bir günde geri kalanların en iyileri olmayı başardılar. Alpine ile girdikleri yarışta müthiş bir 22 puan elde ettiler. Alpine'nin bu yarışta hiç puan almadığını göz önünde bulundurursak McLaren için sezonun en iyi hafta sonu oldu diyebiliriz. Sezon sonunda takımdan ayrılacak olan Ricciardo'nun 17. sıradan başlayarak 5. sırada bitirmesi de yarışın iyilerinden olduğunun bir göstergesi. Aston Martinler için sezonun en iyi hafta sonu! Lance Stroll'un 6, Sebastian Vettel'in 8. sırada noktaladığı bir yarışı belki de hayal bile edemezlerdi ama müthiş bir yarış geçirdiler ve 12 puanı hanelerine yazdırdılar. Özellikle burada inanılmaz performanslar sergileyen Vettel'in tekrardan puan alması da oldukça duygusla oldu. Onunda 13. sıradan başladığını unutmayalım. Ricciardo ile beraber güzel yükselen isimlerden birisiydi. 6 araç yarış dışında... Bu sezon birçok yarışta olduça fazla aracın yarış dışında kaldığını gördük, o listeye bir yarışı daha ekledik. Guayu Zhou, Latifi ile teması sonrası yarış dışında kaldı. Albon, bariyerlere çarparak yarış dışında kaldı. Yuki Tsunoda yine bariyere çarparak yarış dışında kalan bir diğer isim. Alpineler ise motor arızasıyla yarış dışında kaldı. Gerçekten çok güçlü ve iyi bir araç görüntüsü veriyor Alpine ama sezon başından beri motor ile ilgili olan dayanıklılık sorunu bir türlü çözemediler. Net, tertemiz bir hafta sonlarını hiç hatırlamıyorum. Bir yazımızın daha sonuna geldik. Olayların bol olduğu ama başından sonuna izleyenlerin keyif aldığı Singapur Grand Prixi'ni sizler için ele aldım. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler. Japonya'da görüşmek üzere, hoşça kalın!
- Ozan Can Sülüm Röportajı
Herkese merhabalar. Linesman ailesi olarak güzel bir röportaja daha imza attık. Spor medyasında uzun yıllardır yer alan sevgili Ozan Can Sülüm ile sizler için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Değerli vaktini bize ayırdığı için kendisine çok teşekkür ederiz. Uzatmadan sizleri röportaj ile baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar! 1) Her ne kadar sizi ekranlardan tanısakta tanımayan arkadaşlarımız için geçmiş kariyerinizden bize bahsedebilir misiniz? Ben küçüklükten beri ya sporcu ya da spor spikeri olmak istedim. Üniversite hazırlık zamanına yakın spordan umudu kesince, 16 yaşında dublaj ve spikerlik kursuna başladım. Arkadaşlarım ÖSS kursuna giderken ben gidip haber okuma provası yapıyordum. Amacım zaten üniversiteye kapağı atıp bi kanalda işe girmek için çabalamaktı, 18 yaşında, Eurosport spikeri Dağhan Irak'ın mailime dönmesi ve Bağış Erten'in beni ciddiye alması sayesinde Eurosport'ta staja başladım. İlk haftanın sonunda bana bir oyun oynadılar, gece evde bilgisayar oynarken Dağhan abi "Ben çok kötü hastalandım, yayına gelemeyeceğim, arabayı sana yolluyoruz sen anlatacaksın Avustralya Futbolu özetlerini" dedi. Yayına girene kadar şaka yaptıklarını sanıyordum ama hakikaten yaptım o yayını. 2008'de Eurosport'la başladı spikerlik maceram. 2011 yılında TSYD'nin beni seçmesi sonucu Uluslararası Spor Gazetecileri Birliği'nin ilk kez düzenlediği Genç Gazeteciler Programı'na Türkiye'yi temsilen katıldım, çok değerli insanlardan eğitim aldım. Zamanla freelance olarak D-Smart'a, TRT'ye, bir dönem Kuzey Kıbrıs kanalı FOG TV'ye, ardından Tivibu ve son olarak S Sport'a maçlar anlattım ve stüdyo programları yaptım. Arada çeşitli mecralarda bahis yazıları da yazdım. Şimdi bakınca çok saçma geliyor ama, sosisli yeme yarışmasından UEFA Şampiyonlar Ligi yarı finaline, Kış Olimpiyatı'ndan Akdeniz Oyunları'na hemen hemen her sporu anlatıp, yeri gelince stüdyoda Londra Merkez'in aksine ciddi programlar yapıp, stat önünden nabız alan muhabirliğe dönüşmüşlüğüm de var. Hakikaten ne iş olsa yaptım, ki spor medyasına girince biraz böyle olmak zorundasınız. Ama tabii Socrates ve Londra Merkez'in kariyerimde etkisi bambaşkadır. Yazarlık, editörlük derken Youtube kanalının açılmasıyla çok fazla şey yaptım. Hiçbirine iş diyemiyorum çünkü Socrates'te veya Socrates için bir şey yaparken kendimi çalışıyor gibi hissetmedim hiç. Şu anda da hala Socrates'e içerik üretiyorum. 2) Bireysel olarak gelecek yıllar ile ilgili planlarınız neler? ABD'ye taşınırken kariyerimin ne olacağına dair çok düşündüm. Hala bir şeyler üretebiliyor olduğum için çok şanslıyım ve mesleğimle ilgili kaygım şimdilik fazla yok. Henüz buradaki hayatımızın alışma evresine bile yeni girdiğimiz için burada da şöyle planlarım var diyemiyorum tabii, ancak içerik üretme konusunda ilerleyen dönemler için bolca şey var kafamda. Özellikle bireysel içerikler için biraz düşünmem gerek. 3) Sizi birçok spor dalında mücadele anlatırken görebiliyoruz. En çok sevdiğim veya anlatmaktan keyif aldığım spor dalı şudur dediğiniz bir dal var mı? Benim için iki sporun yeri çok ayrı; biri hentbol, diğeri de atletizm. Hentbol anlatırken yine Socrates için söylediğim şeyi söyleyebilirim, bir iş yapıyormuşum, yayındaymışım, bir anlatım kabinindeymişim gibi hissetmedim hiç. Bununla beraber atletizm de özellikle uzun mesafe koşmaya başladıktan sonra başka bir boyut kazandı gözümde. Hem yayını oldukça zor ve hazırlık gerektiren, hem de çok fazla şeyi aynı anda anlattığınız için büyük keyif aldığınız bir spordur. Tabii bir de UEFA Şampiyonlar Ligi. Marşı kulaklıkta duymak ve maça o gazla girmek bambaşka bir his. 4) Canlı yayınlar öncesi belirli bir tecrübeniz olsa bile heyecanlanıyor musunuz? Biraz anlatılan şeye göre değişiyor. Çok kritik bir maçı, herhangi bir sebepten dolayı merakla beklenen bir şeyi, özel ilgimin olduğu bir şeyi veya bir olimpik finali anlatırken heyecanlanmamak çok zor zaten. Heyecanın bireysel tarafı da oluyor dediğim gibi, tamamen anlattığınız şeyin öneminden ve ona olan ilgiden kaynaklanan versiyonu da. Bir de Eurosport'taki ilk birkaç senede hiç bilmediğim sporlara bir hafta 10 gün çalışıp gelip, o spordaki ilk yayınımı yaparken inanılmaz heyecanlanırdım. Belli bi noktadan sonra o kadronun anlatmadığı spor kalmadığı için, herkes rutin prosedürmüş gibi davranmaya başlamıştı çim hokeyine de, krikete de... 5) Zaman zaman sporcu kimliğinizi de görebiliyoruz. Sürekli olarak yapmış olduğunuz bir spor var mı? 8 yaşında, Cent Koleji'nde hentbola başladım. Biri kulüp (okul Beşiktaş'ın altyapısıydı o dönemde), ikisi okulla üç İstanbul şampiyonluğu, iki de Türkiye şampiyonluğumuz var. Dünya Liselerarası Hentbol Şampiyonası'nda U16 seviyesi milli forma da giydim. Kendimi bildim bileli futbol oynarım. 2013 Şubatı'ndan beri de uzun mesafe koşuyorum. 3 maraton bitirdim, onlar da beni bitirdi. Haftanın 6 günü spor yapmadığım zaman yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyorum. 6) Premier League'de bir Arsenal taraftarı olduğunuzu biliyoruz. Bu sevginin temeli nerede yatıyor? Futbola olan ilgimin, önce futbol oyunlarına, sonra da Türkiye dışındaki futbol liglerinden maçlara dönüşmeye başladığı dönem, Arsenal'ın zirve yaptığı 2000'ler başı döneme denk geliyor. O takımı sevmemek için özel sebeplere ihtiyacınız vardı, sevmek için değil. Henry ve Bergkamp sevgisiyle başlayan, Wenger bağlılığına dönüşen, sonra da herhalde 20 yıldır hep giderek artan bir taraftarlık hissiyatıyla bağlıyım. 7) Basketbol ile çok fazla ilginiz olmadığını biliyoruz :) Şu anda Amerika'da yaşıyorsunuz, acaba yeni sezonla beraber NBA'yi takip edecek misiniz yoksa Amerikan Futbolu, Beyzbol, Hokey gibi sporlar ile mi ilgileneceksiniz? Burada birileriyle muhabbete girmek için bile Amerikan sporlarından haberdar olmak gerek. Benim hiçbir zaman ilgim olmadı, yalan yok. Bağlılık ya da spora dair aşka çok gerek yok, sadece eğlenme isteği bile yeterli aslında buradaki sporları sevmek için. Benim eksiğim, ilgi duymak için gece uykudan feragat etmemek, izlememekti. Şimdi Avrupa'da spor buranın saatiyle 19:00 gibi bitiyor, e sonrası zaten sadece Amerikan sporları. Sanırım bir şekilde alışacağım. 8) Sunucu olmak isteyen genç arkadaşlarımıza ne tür tavsiyelerde bulunursunuz? Bu cevabı olmayan bir soru maalesef. Yıllardır geliyor, yıllardır birinci soruya verdiğim cevabın bir özetini yazıyorum. Bir yolu yok. Yani ben ne kursa gitme öğüdü verebilirim, ne mail atın ve staja girin diyebilirim, ne stajın ilk haftası spikerlerden birinin hastalanmasını sağlayın diyebilirim... Dil öğrenmenin, farklı sporlar hakkında bilgi sahibi olmanın, artikülasyon konusunda çalışmanın çok fazla etkisi olabilir ancak maalesef hiçbiri size bu meslekte ilerleme garantisi vermez. Sevgili Ozan Can Sülüm ile sizler için bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Umarım beğenmişsinizdir. Eğer beğendiyseniz paylaşarak bize destek olabilirsiniz. Önerilerinizi de yorum kısmına bekliyoruz. Linesman'le kalın!
- Brooklyn Nets'de Neler Oluyor?
NBA, 2010’ların ortalarından beri süper takımlar dönemi olarak geçiyor. Yakın zamanda şampiyon olan hemen her takımlarda birden çok süperstar veya süperstar adayı vardı. Bunun yanı sıra artık play-off yapabilmek için bile süper takımlar kuruluyor, aksi halde takımların play-off yapması bile oldukça zorlaşıyor. NBA’in yetenek tabanının eskiye göre çok daha yüksek olması bir etken tabi ki ama bunun yanında oyuncuların da kendi istekleriyle bu süper takımları kurmaları, organizasyonları ve takım sahiplerini parmaklarında oynatmalarını da çokça gördük ve göreceğiz. En taze örnek Brooklyn Nets. Kyrie Irving adeta "canı sıkıldığı" için takasını istedi ve Mavericks’in yolunu tuttu ki takımdan ayrılmakla ilgili tek yaygarası bu değildi. Kevin Durant de peşi sıra takımda kalmak istemedi ve yetenek havuzu Suns’ın yolunu tuttu. İki süperstar da sezonu bitiremedikleri için üzgün olduklarından bahsettiler ama içlerindeki bu "ukde" 1-2 günde yerini yeni takımlarına duydukları heyecana bıraktı, doğal olarak. Bu hikayenin tek kaybedeni Nets organizasyonu ve taraftarı oldu. Yalnız şöyle bir şey var ki, Nets taraftarı takımın mevcut durumuna o kadar da uzak değil ve karabulutları kısmen dağıtacak kadar da umutlu. Efsanevi 2018-2019 takımından alışıklar böyle bir takımı izlemeye ve desteklemeye… Başarısız Deney ve Old-School Nets Nets’in Kevin Durant ve Kyrie projesi, hatta kademeli olarak yanlarına çekilen Harden ve Simmons ile beraber süper takım denemeleri başarısız oldu. İlk sezonu saymazsak –iki süperstar da neredeyse tüm sezonu kaçırmıştı- son 2,5 sezonda takımın en büyük başarısı Doğu Konferansı finalinde 7. maça gitmek oldu ve o sezonun şampiyonu Bucks’a kaybedildi. Bu takım, vadettiği neredeyse hiçbir şeyin yanında geçemedi. Kyrie’nin çıkardığı yaygara sonucu oluşan kriz ortamında da takım sahibi Joe Tsai, bu başarısız deneyi tamamen bitirdi. Nets bu sezon muhtemelen ilk 6’da yer alıp doğrudan play-off’a gidecek ama ilerisi? Büyük bir muallak. NBA’in süper takımlar döneminde böyle bir takımla rekabetçi olmak çok zor ama takım tanking yapmak için de oldukça iyi. İşte bu yüzden bu takımı arafta kalmış olarak değerlendiriyorum. Efsanevi 2019 play-off takımı da kağıt üstünde arafta kalmış gibi bir takımdı ancak tüm sezon boyu devam eden takım basketbolu ve beklenti üstü oyuncu gelişimi o takımı çok özel kılmış ve play-off yaptırmıştı. Taraftarların da bu yeni takımda gördüğü şey bu. Belki bu sezon geç kuruldular ama ilerisi için o eski süperstarsız takıma çok benziyorlar. Ne Olacak Bu Takımın Hali? Nets için bu sezon öngörülen şey, 6. sıra ve ilk turdan play-off’a veda etme gibi duruyor ve bu senaryo çok muhtemel. Nets taraftarı, bunu bile bile maçları izlese de ileriye dönük çokça pozitif çıkarıma da ulaşabilir. Mikal Bridges, takıma geldiğinden beri all-star gibi oynuyor, Nerlens Noel hamlesiyle de Claxton tamamen pota altına gömülmeyecek, iş yükü azalacak ve belki de kolejde vadettiği 4 numaraya geçişine yol açılacak, Cam Thomas’ın oyun stiline yakın veteranlar artık takımda ve ona yardım etme gibi bir gayeleri olacaktır, bolca draft hakkı ve maaş boşluğu da cabası… Bu takım zamanla, 2019’daki takımdan daha iyi de olabilir çünkü o zamana göre ellerinde çok daha fazla parça var ve oyuncu gelişimi daha kısa süre geçmiş olsa da mahcup etmiyor. Ligin en eğlenceli takımı olmaya adaylar. Bakalım Sean Marks ve Joe Tsai yine rekabetçi ancak sürekliliği olan bir takım kurabilecek mi?
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun!
Sadece ülkemizde değil, tüm Dünya'da yaşayan, mücadele eden ve çabalayan kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyoruz! Spor dünyasından önemli isimlerin bu özel günle ilgili düşüncelerini aldık ve sizlerle paylaştık. Keyifli okumalar dileriz! TRT Spor Spikeri - Cansu Canbaz Emeği, alın teri ve kararlılığıyla sağlıktan, spor camiasına, eğitimden, iş dünyasına ve toplumumuzun her kademesinde yer alan, kendini var eden, tüm hemcinslerimin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun! Premier League Akademi Denetçisi - Çiğdem Türkan Herkesin Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun! Ne mutlu bize ki Türk ve Kıbrıslı Türk bir çok güçlü, çalışkan, zeki kadın rol modellerimiz var. Tarihimizde, kültürümüzde kadına karşı sevgiyi ve saygıyı hareketleri ve sözlerli ile bize örnek gösteren güçlü erkeklerimizi ve saygıdeğer atalarımızı unutmamalıyız. Türk kadını her zaman gücün ve azimin simgesi olarak tanındı. Bunu yurt dışında doğup büyüyen bir Türk kadın olarak gururla taşıyorum. İngiltere'de futbolda çalışan bir genç, müslüman ve Türk kadın olarak gündelik ve sistematik zorluklar ve saygısızlıklarla karşılaşıyorum, ama Türk kadınını ve insanını en iyi şekilde temsil etmek için çok çaba gösteriyorum. Türk kadınlarını dünya çapında en yüksek kademelerde temsil etmek umuduyla bu dünya kadınlar gününü de saygı duyduğum ve örnek aldığım kadın ve erkeklerden ilham alarak kutluyorum! Ülkemizin geçirdiği bu zor günlerde Türk ve Kıbrıslı Türk tüm kadınlara ve kız çocuklarına güç ve umut diliyorum! Nilüfer Belediyespor Voleybolcusu - Brooke Nuneviller Tarih boyunca kadınlara daha az fırsat verildi. Yine de zaman zaman standartları ve beklentileri aşıyoruz. Bu konu ile ilgili kadınlarla gurur duyuyorum. Daha az fırsat verilse de kendimize ve dünyanın geri kalanına ne kadar güçlü olduğumuzu hala kanıtlayabiliyoruz. Risk alıyoruz ve toplumun bize verdiği standartları veya beklentileri aşmaya devam ediyoruz. Özellikle bir kadın sporcu olarak sevdiğim sporu yapmaktan ve insanlara hem sahada hem de saha dışında neler yapabileceğimi göstermeye devam etmekten gurur duyuyorum. Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun :) Harika kadınlar olmaya devam edin! Milli tenisçi - Ayla Aksu Biz kadınlar istersek bütün kalıpları yıkarız. Aklımıza koyduğumuz her şeyi yaparız, çünkü biz güçlüyüz. En iyisini hak ediyoruz. Kadına olan saygının arttığı, daha eşit ve daha özgür yılların olması dileğiyle. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’müz kutlu olsun. Biz kadınlar sadece 8 Mart Kadınlar Günü’nde değil, her gün önemliyiz. Milli Basketbolcu - Bahar Çağlar Ökten Yaşamın içindeki tüm zorluklarla 1 gün değil, her gün mücadele eden, ülkemizdeki ve tüm dünyadaki emekçi kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu olsun. Beşiktaş Kadın Futbol Takımı Kaptanı - Başak Gündoğdu Genlerinde kazanmak ve asla pes etmemek olan tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!