top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 1250 sonuç bulundu

  • Hakan Çalhanoğlu Galibiyeti Getirdi: Inter 1-0 Barcelona

    Yıl 2010, Inter-Barcelona eşleşmesi İzlanda'da meydana gelen volkanik patlama havayolu ulaşımını etkilemiş, Avrupa'yı kül bulutu kaplamış, bu nedenden dolayı Barcelona takımı İtalya'nın Milano şehrine karayolu ile gitmek zorunda kalmıştı ve Barcelona, Inter deplasmanından 3-1 mağlubiyetle dönmek zorunda kalmıştı. Rövanşta 1-0 Barcelona galibiyeti tur için yeterli olmasa da skordan çok saha içi ve kenarında Jose Mourinho tur sevincini sahayı tur atarak yaşamış golcü Eto'o 28. dakikada kırmızı kart gören Thiago Motta'nın kırmızı kart görmesiyle kale önüne otobüs çeken Inter takımında sol bek oynamak zorunda kalmıştı taktik gereği! Inter-Barcelona 2022 grup maçında dün gece Inter rakibini Hakan Çalhanoğlu'nun güzel golüyle mağlup etti. Barcelona, savunmasını orta sahaya kadar çıkararak bilinen topa hâkim olma oyununda tek hücum yönü olarak ısrarla topu sağ kanatta Dembele ile buluşturdu. Bu tek hücum yönlü oyuna Inter başarılı şekilde karşılık verdi. Tek yönlü hücum tercihi olunca iyi konsantre olan Inter savunması Lewandowski'yi de etkisiz bırakmayı başardı. Maçın yıldızı Federico Dimarco, golün de hazırlayıcısıydı. Barcelona'yı durdurmayı başaran Inter, Hakan Çalhanoğlu'nun 45+2'de ki güzel golüyle devreyi 1-0 önde kapattı. İkinci yarı beklenildiği gibi topun Barcelona'da olması nedeniyle Inter pozisyon bulamadı. Gol ayaklarından Lautaro Martinez etkisiz kaldı. Barcelona'da sol kanadı yok sayıp ısrarla Dembele'nin kanadından gelince pozisyon bulma sıkıntısı yaşadı. Avrupa'da birçok ligde VAR kararlarına gerek kalmadan yönetilen maçların aksine maçın orta hakemi S. Vıncic, birçok kez VAR komtrolü yapması için saha kenarına çağrıldı. 67'de Pedri ile atılan gol VAR tarafından Fati'nin elle oynaması nedeniyle iptal edildi. Maç son dakikalarda bir kez daha VAR kontrolü nedeniyle durduruldu. Dejavuların yaşandığı şampiyonlar ligi C grubu maçında Inter, Barcelona'yı Hakan Çalhanoğlu'nun uzaktan attığı tek golle yenerek üst üste 2 maç kaybettiği Serie A'nın aksine Şampiyonlar Ligi'nde üst üste 2. galibiyetini aldı.

  • Türk Takımlarının Avrupa Mesaisi #2

    Takımlarımızın Avrupa yolculuğunu mercek altına alıp konuştuğumuz serimizin ikinci yazısına hoş geldiniz. İlk hafta skorlarıyla birlikte bizleri üzmeyen sonuçlar alan takımlarımız, ikinci haftaya da hızlı bir başlangıç yaptı. Her yazıda vurguladığımız "ülke puanı" kavramının tekrardan çok önemli olduğunu vurgulayalım. Alacağımız tek bir puanın dahi oldukça değerli olduğu ortamda iyi işlere devam etmek ümidiyle. Başlayalım… UEFA Avrupa Ligi B Grubu - Fenerbahçe Geçtiğimiz hafta son dakika golüyle gelen galibiyetle birlikte gruptan çıkmanın kapısını araladığını söylediğim Fenerbahçe adına esas kritik maç Rennes’e karşıydı. Tribün ve atmosfer anlamında ülkemizdeki taraftar kitlesine benzeyen bir topluluğa sahip olan Fransız ekibi, maça da arkasına bu rüzgârı alarak başladı. “Yavaş kaldık!” Fenerbahçe adına tedirgin olduğum hususlardan biri de stoper tandeminde oynayan oyuncuların Rennes hücumcularına karşı yavaş kalmasıydı. Özellikle ekibimizin savunma çizgisini orta saha civarlarına çektiği dakikalarda bu tehdit oldukça arttı. İlk yarıda konsantrasyon ve ilk müdahale anlamında oyuncularımız iyi iş çıkarınca korkulan başımıza gelmedi. Ancak ikinci yarıyla birlikte odağımızı biraz kaybettik. Çok net bir gol pozisyonu harcadıktan sonra oyuncularımız buna takılırken Rennes hızlı bir geçiş hücumuyla bizi tam olarak korktuğum şekilde avladı. Bu golle birlikte maçtan anlık olarak koptuğumuz 5-10 dakikalık sekansa giriş yaptık. Bu kısımda hazırlanış bakımından oldukça benzer bir gol daha yememiz moral olarak tamamen bizleri yıktı. “Neden olmasın” J.Jesus’un takıma gelmesiyle birlikte kötü oyun oynadığına rastlamadığımız Fenerbahçe, bu maçta da fena bir oyun çıkarmıyordu. Futbolun adaletini ilk maçta da gördüğümüz bu grupta işler anlaşılan hak ve hukuk üzerine kurulu. Maçtan kopup bir de üstüne 2 gol yediğimiz dakikalarda İrfan Can sazı eline aldı ve müthiş bir vuruşla takımının üzerindeki ölü toprağını kaldırdı. Bu golle birlikte bu defa rüzgârı arkasına alan ekibimiz oldu. Taraftarı ve oyuncularıyla tedirgin bir vücut haline bürünen Rennes için kaçınılmaz puan kaybı yaklaşıyordu. İlk olarak görülen kırmızı kart sonrasında arkası kesilmeyen Fenerbahçe atakları derken bir hata da Fransız savunmasından geldi. 90+’da kazanılan penaltı son zamanlardaki en adrenalin dolu duran toptu desek yanılmayız. Çoğu Fenerbahçelinin aklına geçtiğimiz sezon E. Frankfurt’a karşı kaçan penaltı gelse de bu kez topun başına Valencia geçti ve takımına 2-2’lik skorla çok değerli 1 puanı getirdi. Oyun anlamında birçok otorite tarafından beğeni toplayan ekibimizin kadro zenginliği açısından da tam olarak Avrupa mücadelesi verebilecek kapasitesi olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte artık Avrupa gurmesi olmuş Jesus’un kontrolünde ekibimizin neleri vadettiğini görmemek olanaksız. Öncesinde Kiev şimdi ise Rennes puanlarıyla matematiksel olarak da grubunda avantajlı konuma gelen ekibimize bir sonraki maçlarında başarılar diliyoruz. H Grubu - Trabzonspor Avrupa’da oynadığı maçlarda henüz ritmini bulamamış Trabzonspor adına oldukça önemli bir mücadeleyi geride bıraktık. Takımın momentumunu bulması açısından kendi evindeki Kızılyıldız maçında alınacak 3 puan oldukça kıymetliydi. “Şef” Sezon başından itibaren sakatlıklar ve talihsizliklerle başı dertte olan Karadeniz ekibi adına belki de en sevindirici haber Hamsik’in ilk 11’e geri dönmesiydi. Maçın başlamasıyla birlikte oyunda kesinlikle varlığını hissettiren “Maestro” takımının vazgeçilmez parçası olduğunu net bir şekilde gösterdi. İlk dakikalarla birlikte son zamanlarda alıştığımız “tutukluluk” yapan Trabzonspor bu şanssız oyununa devam etti. Bir şekilde bu zincirin kırılması, evindeki atmosfere Karadeniz Fırtınasının ortak olması gerekiyordu. Hal böyleyken inisiyatif alan kişi de Hamsik oldu. Erken dakikalarda bu golün gelmesi hem cesaret hem de taraftarın maça girmesi açısından oldukça değerli oldu. “Isınma” Öne geçtiği senaryolarda istediği oyunu daha net oynayabilen bir Trabzonspor izlediğimiz aşikâr. Kızılyıldız gibi bir rakibe karşı da Avrupa’da bu güveni tazelemek camia için kritik oldu. Oynanan pas oyunu ve saha dışı aksiyonların da bizim lehimize olması maçın ibresini tamamen ekibimize çevirdi. Bunun üzerine rakibin gördüğü kırmızı kart maçın kırılma noktası oldu diyebiliriz. Hemen akabinde gol atarak verdiğimiz reaksiyon maçın kaderini belirledi. Oyun açısından halen geliştirilmesi gereken noktalar olsa da en azından bu maçtan puan alınması çok lazımdı. Bu nedenle kazanırken öğrenmek hususunda Abdullah Avcı’nın da çalışmalarını artıracağını düşünüyorum. Takımın aksayan mekanizmalarının henüz ısınma aşamasında olduğuna inanıyor, yakın zamanda daha iyi bir Trabzonspor izleyebileceğimizi ümit ediyorum. İlk hafta kaybedilen Ferencvaros mücadelesi başımızı oldukça ağrıtacak gibi gözüküyor. En azından bu denklemdeki rakibimiz Monaco’ya karşı alınacak 2 galibiyet bizi oldukça avantajlı konuma getirecektir. Hal böyleyken yavaş yavaş oturan takımımızın önemli maçlarının da ilk haftalarda olmaması şans olmuş diyebiliriz. Umarız Trabzonspor şanssızlıklarından bir an önce kurtulur ve istediği ritmi tutup Avrupa’da adından söz ettirir konuma gelir. Bunu yapabilecek kalitede ve kapasitede olduğunun inancındayız. UEFA Konferans Ligi A Grubu - Başakşehir Emre Belözoğlu yönetiminde iyi işlere imza atan Baykuşlar, Avrupa’da da adından söz ettirmeye başladı. İlk hafta Hearts’a karşı ezici galibiyet alarak açılışı oldukça iyi yaptılar. Grubun kâğıt üzerinde güçlü ekibi Fiorentina karşısında nasıl bir oyun oynanacağı da merak konusuydu. “Baskın” Ev sahibi olarak İtalyan ekolü bir takımla karşılaşacak Başakşehir için bundan daha iyi bir reklam maçı olamazdı. Piyasa değeri ve tanınırlık açısından oldukça etkili olan bu tarz müsabakalarda skordan ziyade oynanan oyun da oldukça göze batabiliyor. Hal böyleyken İtalya geçmişi olan Emre Belözoğlu, durumunda farkında olsa gerek takımını çok iyi hazırlamıştı. Her ne kadar Fiorentina’nın son zamanlardaki düşük formu işimize gelse de bu gibi ekol takımları yenmek her zaman zor olmuştur. İlk yarıda iki takımın da birbirini tarttığı, birbirlerinin oyunlarını anlayıp baskın olma isteklerini izledik diyebiliriz. İkinci yarının başlamasıyla birlikte vitesi artıran ekibimiz Serdar’ın golü ile eşitliği bozdu. Bu golün vermiş olduğu motivasyonla farkı ikiye çıkaran oyuncumuz tekrar Serdar oldu. Skoru belirleyen gol de Bertrand Traore’den geldi. İlk yarıda oyunun ve atmosferin heyecanına kapılmayıp sakinliğini koruyan Başakşehir, ikinci yarıda da fişi çekti. Baskın oyun, 90 dakika boyunca topun ayağında olması veya her yere koşu atma değil rakibinin oyununa kıyasla kendi oyununun daha belirleyici olmasıdır. Tıpkı bu maçta temsilcimizin İtalyan ekibine karşı uyguladığı oyun gibi! 2 hafta itibarıyla 7 gol atan temsilcimizin henüz gol yememiş olması da işlerin ne kadar iyi gittiğine işaret olsa gerek. Ligde de aynı istikrarı sürdüren Baykuşlar, her geçen mücadele yüzümüzü güldürüyor. Umarız Avrupa’daki yollarına bu şekilde devam edip bizlere güzel anılar yaşatabilirler… G Grubu - Sivasspor G grubuna Prag beraberliği ile başlayan Yiğidolar, bu sezon kadro yetersizliği ile savaşıyor diyebiliriz. Şimdiye kadar Avrupa’da kazanılan puanların aksine ligde küme düşme potasında bulunuyorlar. Hal böyleyken temsilcimizin bu arenada aldığı her bir puan bile mucize olarak nitelendirilebilir. “Direnç” Grubun iddialı ekiplerinden Cluj ile deplasman maçına çıkmak grubun kader maçlarından birine çıkmak gibi nitelendirilebilir. Maç henüz başlamadan yaşanan forma krizi, yedek oyuncularımızın yetersizliği derken sahadaki oyuna odaklanmanın bir hayli zor olduğu ortamda ilk düdük çaldı. Maçı izlerken çoğu kez nefesleri tuttuğumuz ve rakibin inanılmaz fırsatları harcadığı bu mücadele ilk ve tek gol temsilcimizden geldi. Hazırladığımız çoğu pozisyon 34 yaşındaki Gradel’den gelirken takımımızın bir hayli yaşlı olması da bizi oldukça zor duruma soktu. Hücum alternatifi az, savunma konusunda da sorunlar yaşayan ekibimizin bu deplasmandan 3 puanla ayrılması beni çok mutlu etsede kalan maçlar adına endişelendirdi. Ligdeki kötü gidişatı Avrupa arenasına taşımayan Yiğidolar bu konuda oldukça dirençli duruyor diyebiliriz. Rıza Çalımbay ile şimdiye kadar güzel işlere imza atıldı. Tecrübeli hocanın bu kadar sorun arasından tekrar sıyrılacağını ve takımını hem ligde hem de uluslararası arenada iyi oyunla önümüze çıkaracağına inanıyorum. Özellikle ülkemizde Anadolu kulüplerinin ne durumda olduğunu görünce Sivasspor’un da bu kervana katılmasını istemiyor aksine bir yıldız gibi diğer Anadolu kulüplerine ışık vermesini ümit ediyorum. Umuyoruz ki ekibimiz bir sonraki müsabakalarda da bu puan kazanma alışkanlığını sürdürür ve bizlere ülke puanı adına güzel eklemeler yapabilir. Neler Olmuş? Sonuç olarak takımlarımız adına her hafta böyle geçsin diyebileceğimiz bir Avrupa haftasını geride bıraktık. 4 takımımızın kazandığı 10 puanın ülke puanına etkisi de bir hayli yüksek. Bu denli kritik ortamda ne olursa olsun ülke takımlarımıza Avrupa arenasında destek vermemiz ligimizin popülerliği ve piyasa değeri açısında da şart. Takımlarımıza geride kalan maçlarında başarılar diliyor, bol puanlı Avrupa haftaları geçirmelerini temenni ediyoruz. Elimden geldiğince sizlere güzel bir yazı çıkarmaya çalışıp takımlarımızın Avrupa’daki durumlarını aktarmaya çalıştım. Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur. Bir sonraki yazılarda görüşmek üzere, esen kalın…

  • Bir Motor Sporları Efsanesi - Giuseppe Busso

    Malumunuz üzere Alfa Romeo ve İtalyanlara olan sevgim aşikar, bugün de size bu safkan yarış atı Alfa'yı bana sevdiren ve çoğu petrolhead'in saygı duyduğu Giuseppe Busso'yu anlatacağım. Giuseppe Busso, 1913'te Torino'da doğdu ve daha sonra endüstri mühendisliği diplomasını aldı. 1937'deki askerlik hizmetinden sonra Busso, Fiat'ın teknik havacılık motor bölümünde (Ufficio Tecnico Motori Aviazione / UTMA) çalışmaya başladı ve daha sonra teknik deneysel lokomotif demiryolu ofisine (Ufficio Tecnico Autoveicoli Ferroviari Sperimentali / UTAFS) geçti. Ocak 1939'un başında, Busso Alfa Romeo'ya transfer oldu ve hemen İspanyol tasarımcı Wilfredo Ricart (daha sonral Pegaso'yu kendi anavatanında kuracak olan) tarafından oluşturulan özel projeler ofisinde (Servizio Studi Speciali) çalışmaya başladı. Özellikle, Busso yarış arabası motorları geliştirdi ve doğrudan Orazio Satta Puliga'nın altında çalıştı. Burada Busso, Satta'nın yardımıyla teknik teoriler geliştiren bir araştırmacı olarak çalıştı. Çalışmaları Torino Politeknik'te ders verdi ve bu da Busso'nun kuruluşun kahramanı olmasına neden oldu. Busso, 1946 yılında Enzo Ferrari tarafından işe alındı ve ilk kez teknik direktör oldu. Busso'nun 10 Haziran'da başladığı bu yeni iş, efsanevi Alfa Romeo mühendisi Gioachino Colombo tarafından düzenlendi. Colombo, ilk arabası olan Ferrari 125 Sport'un (12 silindirin her birinin bireysel kübik kapasitesini belirten isim) geliştirilmesi sırasında Enzo Ferrari için danışman olarak çalıştı. Bu arabanın tasarımında Colombo'ya, Ferrari'nin 5 vitesli şanzımanını ve sert arka aksını tasarlayan eski Alfa Romeo endüstriyel araç teknik direktörü Angelo (Lino) Nasi yardım etmişti. Kasım 1945'te Colombo, Alfa Romeo'da çalışmaya yeniden başladı ve Enzo Ferrari'ye yeni V12 motorunun gelişimini denetlemek için Busso'yu terfi ettirmesini tavsiye etti. Aralık 1945 ile Ocak 1946 arasında 125 Sport projesinin teknik çizimleri parça üreticilerine teslim edildi. Ancak o andan itibaren çok az ilerleme kaydedildi. Buna rağmen, Enzo Ferrari kendi teknik ekibinin motoru geliştirme konusunda fazlasıyla yetenekli olduğundan emindi. Ancak Ferrari durumun böyle olmadığını anlayınca Colombo'nun tavsiyesini kabul etti ve 15 Mayıs 1946'da Busso ile görüştü ve onun yeni teknik direktörü olmasını sağladı. Busso'nun Ferrari'deki görevi, 125 Sport projesinin gelişimini kontrol etmek ve ilk kez Eylül 1949'da yarışacak olan üstten eksantrikli motor, iki aşamalı süper şarjlı 1.5 litrelik V12 Grand Prix otomobilini tasarlamaktı. Ferrari, Modena, İtalya olarak bilinen yeni otomobil şirketi için sermaye yaratmak amacıyla takım tezgahları üretmekle meşgul. 2 Ekim 1946'da resmi olarak çalışmaya başlayan asistanı Aurelio Lampredi ile birlikte (Eylül sonunda atölyede çalışıyordu), Busso 60° V12, 1.497 cc Colombo motorunun gelişimini denetledi. Touring formunda, motor 5.600 rpm'de 72 bhp üretti. İlk 125 Sport (şasi 01 C) 12 Mart 1947'de hazırdı ve model o yılın Mayıs ayında Piacenza yarış pistinde piyasaya çıktı. Enine yaprak yaylı süspansiyona ve 2.489 mm dingil mesafesine sahip 125 Sport sadece 750 kg ağırlığındaydı. Bir Ferrari 125 Sport daha sonra sürücüler Clemente Biondetti ve Giuseppe Navone ile 1947 Mille Miglia'yı kazandı ve bununla birlikte Ferrari efsanesi İtalya'nın en iyi otomobillerinin üreticisi olarak büyüdü. Orazio Satta ile bir anlaşmazlıktan sonra, Gioachino Colombo Aralık 1947'de Alfa Romeo'dan ayrıldı. Bu büyük olasılıkla Ferrari ve 'Volpe' (başka bir araba projesi) tasarımındaki çelişkili yarı zamanlı faaliyetlerden kaynaklanıyordu. Bu hareket Busso için boş bir pozisyon bıraktı ve Ocak 1948'de Satta'nın kendisine yaklaşmasının ardından Alfa Romeo'da yeniden çalışmaya başladı. Busso, mekanik aksam tasarım departmanından sorumlu oldu ve o andan itibaren Portello'da ve daha sonra Arese'de üretilen tüm Alfa Romeo modelleri için yeni projeler inceledi ve planladı. Bu 1900'lerde ve Giulietta'da 40'ların sonu ve 50'lerin başında başladı. Giulietta ile Busso, o zamanlar oldukça gelişmiş bir fikir olan alüminyum alaşımının yaygın kullanımından yararlanan devrim niteliğinde bir üstten eksantrili 1.290 cc motor tanıttı. Sonraki tüm 4 silindirli Alfa Romeo motorlarının öncüsü olan bu motor, Busso tarafından bir havacılık motoru tasarımcısı olarak eğitiminden gelen bir ağırlık tutma felsefesine uygun olarak tasarlandı. Busso'nun çalışması, bir V6 motoruna sahip ilk Alfa Romeo üretimi olan 1979 Alfa 6'da doruğa ulaştı. Bu model aynı zamanda Fiat'ın 1986'yı devralmasından önce Milanlı şirket tarafından inşa edilen son Alfa Romeo yönetici amiral gemisini temsil ediyordu. Rudolf Hruska tarafından tasarlanan Alfasud, Busso'nun Alfa Romeo'da baş mühendis olarak saltanatının tek istisnasıydı, ancak bu kompakt otomobil, muhtemelen, boxer motoru üretmeye devam eden ayrı bir şirket olan INCA (Industria Napoletana Costruzione Autoveicoli), tarafından kurulan bir hükümet projesiydi. Sonrasında Fiat'ın satın almasıyla proje iptal edildi. Buna rağmen Busso, Alfa Romeo için önden çekişli küçük bir otomobilin ilk prototipleri üzerinde çalıştı. Bunlardan ilki, Tipo 13-61, neredeyse 1952'de hayata geçirildi. Baby Alfa'ya enine su soğutmalı 2 silindirli 750 cc motor takıldı ve bu aslında yarım bir Giulietta 1300 birimiydi. Ne yazık ki proje gerçekçi olmayan üretim maliyetleri veya bazılarının inandığı gibi bir centilmenin Fiat ile birbirlerinin pazarına müdahale etmeme anlaşması nedeniyle suya düştü. 60'ların başında ikinci bir deneme, enine 1.000 cc 4 silindirli motora sahip dört kapılı küçük bir sedan olan Tipo 103 ile sonuçlandı. Boyut olarak Giulietta'nın altında hedeflenen 103, önden çekişli ve 4 vitesli bir şanzımana sahipti. Motor 5.500 rpm'de 52 bhp üretebildi ve bu da 130 km/s azami hıza ulaştı. Dört kapılı kaporta görünüşe göre çok genişti ve Giulia'nın tasarımını bekliyordu, bu yüzden proje askıya alındı. Busso, Alfa Romeo'daki otuz yılı boyunca birçok unvan aldı: 1952'de caposervizio, 1954'te müdür, 1966'da müdür yardımcısı, 1969'da müdür, 1972'de genel müdür yardımcısı ve 1973'te genel müdür yardımcısı. 1977'de Alfa Romeo'dan emekli oldu. Alfisti'nin zihninde, Busso en iyi büyük klasikleri ile hatırlanacak: 1900 (1900 M 'Matta' dahil), Giulietta, Giulia, Alfetta ve Alfa Romeo 2.5 V6 motor. Son 25 yıldır Alfa Romeo'nun ruhunu temsil eden bu müthiş motor ve onun evrimiydi. Şüphesiz, otomobil dünyasının en saygın motorlarından biri olarak kabul edilmektedir. Busso ayrıca 6C 3000 CM, TZ, GTA ve Tipo 33 yarış arabalarından da sorumluydu, son modeller Autodelta yarış departmanının doğumu ile geldi. 3 Ocak 2006 tarihinde ise Giuseppe Busso canından çok sevdiği Busso V6 motorlarının üretiminin sonlandırılmasından 3 gün sonra hayata gözlerini yumdu, huzur içinde yat motorların tanrısı.

  • Soğuk Futbol | Rigas 0-0 Başakşehir

    Yıl 15 Kasım 2003, bu maç öncesi gazete manşetinde atılan "Çek bir Letonya" manşeti sonrasında Türkiye-Letonya ile eşleşmiş ve hala ismi hatırlanan Verpakovskis ile ilk maçı 1-0 kaybediyordu millilerimiz. Başakşehir Teknik Direktörü Emre Belezoğlu'na maç sonunda ki basın toplantısında bu maç hatırlatıldı. 2003'te ki maçta Stadions Skonto'da 86 dakika milli takım formasını giymişti. O maçın rövanşı hala dillerde. Avrupa Konferans Ligi A grubunda mücadele eden temsilcimiz Başakşehir, düşük tempoda oynanan maçta sahadan 0-0 beraberlikle ayrılarak 7 puanla liderliğini sürdürdü. Coğrafi konum olarak geneli soğuk iklime sahip ülkede Başakşehir deplasmanda kendisini sıkmayarak dilediği 1 puanı almış oldu. Teknik Direktör Emre Belezoğlu rotasyonlu kadrosunda Avrupa Kupaları 11 tercihinde kalede Muhammed, Ömer Ali, son lig maçında Hasan Ali ancak ligde L. Lima tercih ediyordu. L. Biglia, Berkay, sakat olan Duarte'yi de eklersek bu oyuncuların yerine Caiçara, Deniz, Serdar tercihlerini yaptı. Soğuk havada oynayanlarında tv karşısında izleyenlerinde üşüdüğü maçta notlar arasına sadece 2 pozisyon girdi. 37. dakikada önüne düşen topu ceza sahası dışından yarım vole ile kaleye gönderen Mahmut'un şutunu kaleci kornere çeldi. Mahmut, 70. dakikada da gole yaklaştı ancak skoru değiştiremedi. Aynı dakika içinde ev sahibinden Simkovic kırmızı kart görerek takımını 10 kişi bıraktı. 10 kişi kalan rakibine karşıda skor değişmeyince maç 0-0 bitti. Bu sezon Avrupa kupaları grup aşamasında mücadele eden 96 takım arasında gol yemeyen 3 takım var: 1) Başakşehir 2) Bayer Münih 3) Club Brugge

  • Fenerbahçe Opet, Eczacıbaşı Dynavit'i Kupanın Dışına İtti!

    Kupa Voley çeyrek finalinde iki dev ekip Eczacıbaşı Dynavit ile Fenerbahçe Opet karşı karşıya geldi. Kazanan taraf 25-23, 25-15 ve 27-25'lik setlerle rakibini 3-0'la geçen sarı-lacivertli ekip oldu. Ligde dolu dizgin yenilgisiz giden Eczacıbaşı Dynavit yine bir ölüm-kalım maçında öldü desek haksız sayılmayız. Bu tarz eleme usulü maçlarda genellikle reaksiyon veremiyorlar. Boskovic dışında oyun içi lideri bulmakta zorlanıyorlar. Sorumluluk almakta onun yanına yaklaşan bir isim yok henüz böyle maçlarda. Bu da rakipleriyle arasındaki farkı yaratan etkenlerden biri oluyor. Daha iyi blok yapmalarına rağmen hücumda devamını getiremeyince üstünlüğünüzü rakibe kaptırmanız kaçınılmaz oluyor. Fenerbahçe Opet'te ise bu tarz maçlarda ağırlığını koyan isim sayısı birden fazla olunca galibiyete daha yakın taraf olması kaçınılmaz oluyor. Sarı-lacivertli ekibin servisteki etkili oyunları da eklenince fark ortaya çıkıyor iki ekip arasında. Bu maç özelinde Eczacıbaşı'nda Boskovic ace'ten sayı bulamazken Arina Fedorovtseva 7 ace ile maça damgasını vurdu. Arina'nın maçta %58 hücum başarısı ile 23 sayı bulduğunu da belirtelim. Maçın da en skoreri oldu. Bize çok keyifli bir maç izleten iki ekibe de teşekkür edelim. Türk voleybolunun seviyesi hepimizi mutlu ediyor izlerken. Fenerbahçe Opet'te Melisa Vargas %38 hücumla 18 sayı bulurken 1 blok yaptı ve 2 de ace yaptı. Eczacıbaşı Dynavit'te ise Tijana Boskovic hücumda %45'le oynarken 21 sayı üretti ve 3 de blok yaptı.

  • Buzun Simgesi Olan NHL!

    Selamlar! Bu yazımda farklı bir içerikle karşınızdayım. NHL nedir? NHL nasıl ortaya çıktı? NHL’in kuralları nelerdir? NHL’de mevkiler ve onların işlevleri nelerdir? Bu soruları yanıtlamak üzere karşınızdayım. Bu spor hakkında bilgiler edinmek istiyorsanız doğru yerdesiniz. Şimdiden keyifli okumalar! NHL Nedir? Açılımı National Hockey League olan NHL, buz hokeyinin ligleştirilmiş en popüler hali… Altışar kişiden oluşan iki takım ile oynanıyor (Aslen bir takımda 20'den fazla oyuncu vardır.) Buzun üzerinde mücadele eden oyuncularımız, ellerinde bulundukları hokey sopalarıyla "puck" adı verilen diske temas ederek rakip kaleye doğru ilerlemeye çalışırlar ve asıl amaç rakip kaleye gol atmaktır. Oynanan maçlarda beraberlik ihtimali yoktur. Normal sürenin sonunda takımlar eşitliği bozamaz ise uzatmalar oynanarak galip takım belirlenir. (altın gol kuralı vs. geçerlidir.) Bu oyunda üstün gelmek için her biri 20 dakika olan 3 devre verilmektedir. (Bazı liglere göre değişkenlik gösterebilir.) Her devrede kaleler değişir. Buz Hokeyi zemini buzla kaplı, 64 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde bir sahada oynanır. Oyun alanında sahayı iki eşit parçaya bölen kırmızı bir orta çizgi, üç eşit parçaya bölen iki mavi çizgi ve her iki yarı sahada ikişer başlama yuvarlağı vardır. İki mavi çizgi arasındaki kalan kısım tarafsız bölgedir. Defans, tarafsız ve hücum bölgesi olmak üzere 3 bölgeden oluşur. Ek olarak 9 adet hava atışı bölgesi vardır. 5 tanesi tarafsız bölgede, 4 tanesi ise taraflı bölgede bulunur. NHL'in Çıkışı Buz hokeyi 19. yüzyılda Kanadalı güverteciler tarafından bulunmuştur. İlk resmi hokey oyununun 1855 yılında Kingston, Ontario'da oynandığı düşünülmektedir. İlk maç ise 1865 yılında üniversite öğrencisi Robertson tarafından organize edildi. Daha sonra Robertson, buz hokeyi kurallarını geliştirdi. İlk kurallara göre takımlar dokuzar kişiden oluşuyordu. Daha sonra Montreal’de yapılan bir toplantı sonrası bu sayı yediye düşürüldü. 1909 yılıyla ulusal hokey kurulu bu sayıyı altıya çekti. Ek olarak 1889 veya 1892 senesinde: ilk kadın hokey oyunu Ottawa veya Barrie, Ontario'da oynandığı bilgisi de var. 1893’te Stanley Kupası başladı. Bu kupada en iyi Kanadalı hokey takımına Lord Stanley ödülü verilmekte ve günümüzde devam etmektedir. NHL ise tam anlamıyla 1917'de başladı. Mevcut ortamda bu sporun en popüler olduğu ülkeler ise ABD, Kanada, Rusya, İsveç, Finlandiya ve Çek Cumhuriyeti'dir. Mevkiler ve İşlevleri Kaleci Diğer oyunculara göre daha büyük korumalar giyerler. Bunun sebebi ise çok hızlı gelen şutlara karşı daha korunaklı olmak. Asıl ve tek amaç tabii ki rakiplerin şutlarını engelleyip kalesini gole kapamak. Defans Rakip forvetler ile boğuşup, pas yollarını kapatmayı amaçlarlar. Takımı atağa kaldırmak bir diğer amaçları arasındadır. Hücumda ise zaman zaman uzaktan şut atarak fayda sağlayabilirler. Forvet Kendi içlerinde merkez ve kanat olarak ayrılırlar. En yeteneklileri ise genelde merkezde oynar. Kanat oyuncuları ise merkez oyuncusuna ayak uydurarak oynamayı amaçlar. Hepsinin ortak amacı ise tabii ki takımı adına skor katkısı vermek. NHL'in Kuralları 1. Öncelikle ofsayt kuralı bu sporda da var. İlk olarak bu ofsayt kuralı nasıl işliyor ona değinmek istiyorum. "Hücum eden takım oyuncularından hiçbiri defans yapan takım sahasında bulunan mavi çizgiye pucktan önce giremez. Girmesi durumunda hakem ofsayt düdüğünü çalar ve oyunun durduğu yere en yakın başlama noktasından oyun tekrar başlatılır." 2. Bir diğer değinmek istediğim başlık "fauller". Bu spor temaslı ve hızlı bir spor. Dolayısıyla fauller ayrı bir önem taşıyor. Normal bir hokey maçında 2 ile 4 arasında hakem olur. En yaygın olanı iki yan ve bir orta hakem sistemidir. Ofsayt ve faullere karar verecek iki yan hakem vardır. Orta hakem ise gol ve cezalara karar verir. Fauller minör (küçük cezalar) ve major (büyük cezalar) olmak üzere iki başlığa ayrılıyor. Minör fauller; topsuz oyuncuya müdahale, sopayla oyuncuya çelme takma, kancalama, oyunu geciktirme ve kafaya müdahale gibi hareketlerdir. Minör faullerin cezası ise ihlali yapan oyuncunun 2 dakika boyunca ceza köşesi denilen alana gönderilmesidir. Bu sürece "Power Play" denir. Bu süreçte +1 kişi fazla oynayan takım, oyuncu değişikliği yaparsa ve 2 dakikalık süreçte gol atarsa cezalı olan oyuncu, süresinin bitmesine daha olsa bile oyuna dahil olur. Fakat bu kural Major faullerde geçerli değildir. Major faullerde cezalı oyuncu 5 dakikalık bir cezada tamamen ceza süresinin bitmesini bekler. Faullerin minör cinsinden mi yoksa major cinsinden mi olduğuna tamamen hakemler karar verir. Major faullerde hakemlerin inisiyatifine göre oyuncular ihraç edilebilir fakat yerine başka bir takım arkadaşının dahil olması gerekir. Açık şekilde gole giden oyuncuya yapılan faullerde ise penaltı atışı cezası verilir. Bu tür kural çiğnemelerinde mavi çizgiden atılan serbest vuruş penaltı sayılır. Ama genellikle en ağır ceza, kural çiğneyen oyuncunun iki ya da beş dakika süreyle oyun dışına çıkarılması ve takımın oyunu eksik oyuncuyla sürdürmesidir. 3. Bir diğer kural ise "ICING" kuralıdır. Oyunu rahatlatmak isteyen takımın puckı rastgele bir şekilde boş alana doğru vurmasına engel olmaya çalışan bir kuraldır. Eğer puck hiçbir oyuncuya temas etmeden orta çizgi (sarı çerçeveli çizgi) ve rakip takımın gol çizgisini (sarı çerçeveli çizgi) geçerse oyun durdurulur. ICING yapan takımın sahasındaki 2 alandan birinde hava atışı yapılarak oyun tekrar başlatılır. Fakat puck, orta çizgiyi geçtikten sonra karşı takımdan bir oyuncuya çarparsa oyun devam eder. Ek olarak topu uzaklaştıran takım oyuncusu, puck karşı gol çizgisini (sarı çerçeveli çizgi) geçmeden topa dokunacak duruma gelirse oyun gene durdurulmaz. Geriye Kalan Ufak Kurallar: 4. Her periyot mutlaka orta yuvarlakta başlayan hava atışı işe başlar. 5. Takımların periyot başına 1 mola hakları vardır. 6. Fauller, kavgalar, goller… Kısaca oyunu durduran her etkenle birlikte oyunun akan süresi de durdurulur. 7. Oyuncu değişikliği yapılırken oyun çok garip bir şekilde durmamaktadır. Oyun akarken değişiklikler yapılmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte değişiklik yapacak takımlar puck’ı genelde boş alana doğru rastgele uzaklaştırırlar ki rahat bir şekilde değişikliği yapabilsinler. 8. Tüm bu kuralların dışında bu sporda elle oynamak serbesttir fakat bu sadece havalanan puck’ı havada tutup yere bırakmak gibi işlevlerle sınırlıdır. Yani puck’ı alıp gezdirme gibi bir durum söz konusu değildir :) En Başarılı NHL Takımları Montreal Canadiens: En fazla Stanley kupasını kazanan takım. (23) Toronto Maple Leafs: 13 Stanley kupasına sahip. İlk 5 Stanley kupasından ikisini kazandı. Detroit Red Wings: 11 Stanley kupasına sahip. 24 Stanley kupası Finali oynadı. Edmonton Oilers: 5 Stanley kupasına sahip. İki kez arka arkaya Stanley kupasını kazandı. New York Rangers: 11 Stanley Kupasına sahip. Boston Bruins: 6 Stanley Kupasına sahip. Chicago Blackhawks: 6 Stanley Kupasına sahip. Pittsburgh Penguins: 5 Stanley Kupasına sahip Sizlere elimden geldiğince NHL’den bahsetmeye çalıştım. NHL ülkemizde fazla ilgi görmese bile belki bu sporu size tanıtarak ilgi duymanıza olanak sağlamışızdır. İlerleyen süreçte NHL / Buz Hokeyi’nin Türkiye’deki yerinden bahsetmeye çalışacağız. Türkiye’de bu spor ne aşamada? Gibi soruları yanıtlıyor olacağız. Yoğun ilgi görmemiz halinde işin daha taktik - teknik tarafına inebiliriz. Şimdiden hepinize teşekkür ediyoruz!

  • Max Verstappen 2. Kez Dünya Şampiyonu Oldu!

    Herkese merhabalar. Bugün sizlerin karşısına Formula 1'in Japonya hafta sonu ile çıkıyorum. Yağmurun bolca yer aldığı hafta sonunda tepki çeken birçok olay daha oldu. Hepsine değineceğiz. Sizleri daha fazla bekletmeden başlayalım! Yağmur altında kazanan ve DÜNYA ŞAMPİYONU VERSTAPPEN! 2 saat 10 dakika beklenen ve 50 dakika koşulan yarışı son ve yeni şampiyon Max Verstappen kazandı. Yarışın sonunda o kadar karışıklık olmasına rağmen Max Verstappen şampiyon oldu. Son virajda Leclerc ve Perez'in yaşadığı olayda Leclerc +5 saniye ceza alınca şampiyon Max oldu. 2021'in ardından bir kez daha hak edilen bir şampiyonluk diyebiliriz. Sergio Perez'in 2021'in son yarışında ve tüm sezonunda olduğu gibi bir kez daha ne kadar iyi bir rol oyuncusu olduğunu gösterdi. O da Leclerc'in cezası ile 2. sırada yarışı tamamladı. Ferrari'ye herkes alıştı. Charles Leclerc 3. sırada damalı bayrağı gördü. Carlos Sainz ilk turda yarış dışında kaldı. Bu cümleleri kurunca insanlar artık şaşırmıyor. Aracın genelinde zaman zaman pozitif gelişmeler olsada hem pilotların hemde yönetim kadrosunun kafaları asla değişmedi. Umarız 2023'te daha konsantre bir Ferrari görebiliriz. Sürprizler Yağmuru görünce acaba sürprizler kimler olacak diyoruz, bugün güzel sürprizler vardı. 1 saniye bile olsa Mick'i ilk sırada görünce acaba güzel bir sonuç elde edebilir mi diye düşündüm ama olmadı. En büyük sürpriz Nic Latifi olsa gerek. Kanadalı pilot yarışı 9. sırada tamamladı ve puan almayı başardı. Yağmurun en güzel tarafı da bu şekilde herkese bir fırsat tanıması. Sebastian Vettel'in çok sevdiği bir pistten 6. olarak ayrılıyor olması da ayrıca mutluluk veren bir sonuç. Esteban Ocon'un yerini uzun süre koruması ve yarışı 4. sırada noktalaması Alpine için önemli. Araç, dayanıklılık haricinde oldukça iyi konumda. Geliştirilebilirse seneye daha güçlü bir Alpine görebiliriz. Traktör ve Yarış Kontrol... Olayın ne kadar büyük olduğunu göstermek için bunu sadece Gasly'nin yaşamadığını söyleyelim. Max/Checo ve Vettel'in araç üstü kamerasında traktörü görüyoruz. Birçok pilotun hayatı gerçekten tehlike altındaydı. Bundan 5-6 yıl önce Jules Bianchi'yi kaybetmemize rağmen benzer bir olayı bir kez daha yaşamak gerçekten üzücü. Pilotlar haricinde aracı çekmeye çalışan pist görevlilerininde hayatlarının tehlike altına girdiğini gördük... Herkesin sorduğu ve asıl sorulması gereken soru neden bu kadar acele edildiği. Sonuç olarak kırmızı bayrak çıktı ve 2 saatten fazla bir zaman bekledik. Beklenileceği de kırmızı bayrak ile beraber tahmin ediliyordu. Daha az riskli bir şekilde bu olay çözülebilirdi. Umarım herkesi tatmin edebilecek bir açıklama yapılır. Bir yazımızın daha sonuna geldik. Japonya Grand Prixi'ni sizler için ele aldım. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler. İki hafta sonra Amerika'da görüşmek üzere, hoşça kalın!

  • Ozan Koşar Röportajı

    Herkese merhabalar. Linesman ailesi olarak güzel bir röportaja daha imza attık. İhlas Haber Ajansı muhabiri sevgili Ozan Koşar ile sizler için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Değerli vaktini bize ayırdığı için kendisine çok teşekkür ederiz. Uzatmadan sizleri röportaj ile baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar! Sizi tanımayan arkadaşlarımız için kendinizden bahsedebilir misiniz? Ozan Koşar. Aslen yazılım mühendisi olan, sonra bu sektör üzerinde kariyer planlaması olmayıp tamamen başka arayışlar içine giren ve finalde ‘Spor Muhabirliğine’ adım atma fırsatı bulan birisiyim. 6 yıldır bu mesleği yapmakta ve gayet mutlu bir şekilde yaşantıma devam etmekteyim. Bireysel olarak gelecek yıllar ile ilgili planlarınız neler? Gelecek yıllar ile ilgili birçok planım var. Gerek özel, gerek iş hayatımda. Ama en önemlisinden bahsetmem gerekirse sektörde uzun yıllar yer alıp, daha iyi yapacağım işlerle iyi bir mecrada iyi bir ekibin parçası olmayı istiyorum. Belki de bakarsınız kariyer planlamam bunun üzerinde yürümeyip belki bir kulüp çatısı altında çalışmalarım olabilir. Genel olarak İhlas Haber Ajansı’nda Fenerbahçe muhabirliği görevini üstlenmiş durumdasınız. Futbol haricinde takip ettiğiniz spor dalları var mı? Futbol haricinde buz hokeyini özellikle takip ediyorum. Kendimde eski bir buz hokeyi oyuncusu olarak çocukluğumdan beri buna ilgim var. Bunlar dışında ise bisiklet favorilerim arasında yer alıyor. Özellikle Tour de France, Giro di Italia gibi üst düzey yarışları takip etmeyi ihmal etmiyorum. Muhabir olarak spor medyasında yer almak isteyen genç arkadaşlarımıza ne tür tavsiyelerde bulunursunuz? Bu meslek dışarıdan göründüğü gibi maalesef kolay değil. Kolay olmadığı kadarda ilk aşamada sabır gerektiren bir şey. Kendilerini hem okul, hem de staj imkanlarıyla geliştirip sabretmeleri gerekiyor. Spor medyasında iş bulmak ve sonrasında yer edinmek için adım adım hareket etmek ve tamamen bulunabilecek her fırsatı değerlendirip beklemek gerek. Spor muhabirliğinin zorlu yanları neler? Spor muhabirliği dışarıdan göründüğü gibi ‘Bedava maç izliyorsunuz’ veya ‘Hayat size güzel, işiniz bu’ şeklindeki gibi değil maalesef. Birçok noktada birçok sıkıntılar yaşıyorsunuz. Örneğin 19.00’da başlayan bir maç için 17.00-18.00 gibi statta olup hazırlıklarınızı yapmanız gerekiyor. Maç notlarını hazırlamanız ve akışta yaşanan tüm detayları takip etmeniz lazım. Daha sonrasında ise 19.00’da başlayan maç, 21.00 civarlarında tamamlandığında da işiniz bitmiyor. Müsabaka sonu açıklamalarını takip etmeniz, basın toplantılarında yer almanız ve bir haber ajansı muhabiriyseniz buradaki tüm metinleri kelimesi kelimesine yazmanız gerekmekte. Tüm bunlar bir araya geldiğinde ortalama 19.00’da başlayan bir maçta stattan 23.00-23.30 civarlarında çıkış yapıyorsunuz. Ortalama olarak baktığınızda her hafta 4 veya 5 maç takip ederseniz bu büyük bir sıkıntı olabiliyor. Birde tabi işin tribünsel boyutu var. Hiç alakasız bir noktadan sizlere tepki verilebiliyor ve her an yabancı maddelerin kafanızın üstünden uçtuğunu görebiliyorsunuz. Son olarak ise kış faktörü çok bambaşka. Aynı şehirde olan statlar arasında dahi hava şartları çok fark ediyor. En zor kısımlarından bir tanesi de yaptığınız haberlerin sosyal medya üzerinden başkalarının adıyla kullanılması. Bizlerin isimleri kullanılsın veya kullanılmasın bunun önemi yok ancak gidip saçma sapan hiç durumla alakası olmayan, hatta bu mesleği dahi icra etmeyen kişilerin sırf siz kendiniz sosyal medyada paylaşmadınız diye özel olarak kendi adıyla paylaşması gülünç. Spor muhabirliğinin olumlu tarafları neler? Olumlu birçok taraf var bu konuyla ilgili. Yaşadığınız çevre, muhattap olduğunuz kişiler tamamen değişiyor. Buradaki olumlu hava tüm hayatınıza yansıyor. Her ne kadar spor medyasında bizden önceki gelen nesillerin yaptığı yanlış veya hatalı hareketler olsa da hala bir mesleki olarak saygınlık mevcut. Belki de benimde yer aldığım nesil tüm bunları düzeltebilecek kısım olur ve spor medyasındaki durumu daha olumlu hale getirebilir. Bu sektöre girmeden ekran önünde olmak yerine bu şekilde daha çok gazeteci ve yazar olarak mı yer almak istediniz? Aslında ben iki tarafta da yer alıyorum ajansta çalışmamdan dolayı. Ajans muhabiri olarak tamamen işin mutfağında yer alıyoruz. Gazeteler, internet siteleri ve televizyonlarda yer alan birçok metin ben ve benim gibi insanlar tarafından hazırlanıp servis ediliyor. İşin ekran önü tarafı ise çok daha farklı. Ajans muhabiri olarak çalıştığınızda özellikle derbiler ve milli maçlarda televizyon kanallarına canlı bağlanıp gereken değerlendirmelerde bulunuyorsunuz. Tabi bir kanal muhabiri kadar sık değilsiniz ancak az da olsa böyle imkanlarınız da var. Her ikisinde de yer almak gayet güzel. Genelde muhabirin görevli olduğu takımı tuttuğu gibi bir söylenti var. Bu tarz söylemler doğru mu? Açıkçası bu tarz söylemler doğru değil. Sektör içerisinde X bir takımın muhabiri olan kişi, X takımın ezeli rakibi olan Y takımının taraftarı olabiliyor. Bu durumda çok fazlasıyla var spor medyasında. Tuttuğu takım ne olursa olsun işini profesyonel yapan insanlar hepsi. Kendi adıma konuşmam gerekirse ben taraftarı olduğum takımın muhabirliğini yapmaktayım. Ancak başka bir takım muhabirliği görevimde olsaydı bunu da aynı sorumluluk ve profesyonellikle yapardım. Her ne kadar tecrübeli olsanızda teknik ekiple veya oyuncularla iletişime geçerken heyecanlanıyor musunuz? Mesleğe ilk başladığım 2, 3 ayda bu tarz heyecanlarım olmuştu. Keza maça gittiğimde de heyecanım vardı. Ancak bir süre sonra tüm bu heyecanınız geçiyor. Derbi mücadelesini izlemek bile sizi heyecanlandırmadığı noktaya geliyorsunuz. Sadece çok büyük bir futbolcu veya teknik direktör ilk geldiğinde sizi heyecanlandırabiliyor ama o da çok kısa sürüyor. Bende işin heyecan kısmı, yaptığım işin çoğu yerde kullanılması sonucu oluşuyor. Futbol özelinde ülkenin iyi bir oyun ortaya koyamadığını görüyoruz fakat medyanın da her gün eleştirildiği bir ortamdayız. Spor medyasının genel olarak eleştirilmesindeki temel sebep veya sebepler neler? Medyanın eleştirilmesinin birçok sebebi var. Sektörde 10 kişi doğru yapıp, 1 kişi yanlış yaparsa maalesef herkes eleştiri oklarının hedefi oluyor. Ya da o 1 kişinin yanlış yaptığı hareket taraftarlar tarafından doğru olarak algılanıp, ‘Siz niye böyle yapmıyorsunuz’ şeklinde yargılanmaya başlıyorsunuz. Spor medyası içerisinde en büyük sıkıntı şu, 10 tane yalan haber veriyorsunuz, bunların yalan olduğu ortaya çıkıyor ve bir süre sonra yaptığınız tek doğru haberle bir anda kral ilan ediliyorsunuz. Bütün bunların sonucunda ise iyi ve kötü ayırt edilemiyor. Ek olarak medyanın eleştirilmesi durumu aslında haber kaynaklarınızın veya çalıştığınız kulübün size ne kadar bilgi verdiğiyle alakalı bir şey. Bazen yanlış yönlendirilmeler ya da tamamen kapalı kutu olan ortamda hiç güvenmediğiniz durumlara inanmak zorunda kalabiliyorsunuz. Şahsen benim böyle bir durumum olmadı. Ajans çalışanı olduğunuzdan dolayı yüzde yüz emin olmadan bir şeyi yazamazsınız. Çünkü haber sizden çıkarsa direkt doğru olarak tüm kaynaklarda paylaşılır bu da sizin güvenilirliğinizi sarsar. O yüzden ben yaptığım haberlerle değil de, birilerini eleştirdiğim için eleştiriliyorum (: Sevgili Ozan Koşar ile sizler için bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Umarım beğenmişsinizdir. Eğer beğendiyseniz paylaşarak bize destek olabilirsiniz. Önerilerinizi de yorum kısmına bekliyoruz. Linesman'le kalın!

  • Arsenal Yeniden Zirvede

    Geçtiğimiz Pazar günü İngiltere’de her iki takım için çok önemli bir maç oynandı; Arsenal-Liverpool maçı. Uzun yıllara dayansa da son yıllarda Liverpool’un son derece ezici üstünlüğüyle geçen bu rekabetin bu sefer gülen tarafı Arsenal oldu. Biz de sizler için bu karşılaşmayı değerlendirdik. Maça geçmeden önce Arsenal ve Liverpool cephelerine bir göz gezdirmekte fayda var. Sezona bomba gibi başlayan bir Arsenal ve hala istenileni verememiş, kötü puan kayıpları yaşayan bir Liverpool var. Arsenal cephesinde geçen seneyi de düşünecek olursak kangrenlerin giderildiği, santrafor sıkıntısının ve hücuma liderlik edecek bir oyuncunun eksikliğinin Jesus ile birlikte giderildiğini net bir şekilde görüyoruz. Liverpool tarafındaysa 2 aydır bitmek bilmeyen sakatlıklar ve bir türlü yapılamayan transferler Klopp’un elini giderek güçsüzleştirmiş durumda. Thiago, Nunez, Jota, Keita gibi isimlerin arka arka gelen sakatlıklarıyla bir haliyle boğuştuktan sonra tam her şey düzeldi derken, iç sahada alınan 3-3’lük Brighton beraberliği ile sarsılmıştı Liverpool. Maça geçecek olursak net bir şekilde gördüğümüz bir şey var; Arsenal’in ön alan baskısı. İleri hattıyla beraber Liverpool’un stoperleri ve Thiago’nun topu ileriye taşıması ve oyun kurmasının çok iyi bir şekilde önüne geçtiklerini söylemek mümkün. Arsenal bunu yaparken arka dörtlüsünü de oldukça cüretkar bir biçimde kaydırmışa benziyor. Normalde 4-2-3-1 gibi dizildiklerini görsek de ilerde Saka-Jesus ikilisi stoperlere baskı kurarken solda Martinelli, sağda Ben White’ın ileriye çıktığını gördük. Liverpool geriden oyun kurarken 3-2-3-2 gibi bir formasyona evrildiler. Önde bu kadar agresif olmalarına karşın arkada büyük bir risk alarak, Salah ve L. Diaz gibi birebirleri çok iyi oynayan iki oyuncuyu adam adama savunmayla eşleştirmesi Arsenal adına alınan çok ciddi bir tehditti ancak Liverpool topu oraya göndermeyi başaramadı. Standart Liverpool oyununa (en azından önceki seneleri düşünerek) baktığınızda van Dijk’ın attığı uzun topları hatırlarsınız, özellikle Salah’a vurulan uzun toplar Liverpool adına en önemli tehditlerden biriydi. Ancak Arsenal 3. bölge baskısını o kadar doğru yaptı ki, Liverpool topu ileriye vurduğunda birebir eşleşmelerden dolayı bir sonuca varamadı. Liverpool’un oyununu kilitleyen en büyük etkenlerden biri de Thiago’nun topla buluşmasının ve oyun görüşünün kısıtlanması oldu. Geçen sene maç başına attığı başarılı pas ortalaması %91 seviyesinde olan Thiago’nun bu maçta yaptığı başarılı pas yüzdesi %79’da kaldı. Liverpool adına genel oyun yapısının en önemli silahını oyundan düşürünce oyun planını otomatik olarak bozmuş oluyorsunuz. Golleri değerlendirecek olursak, Arsenal’in attığı 1. golde Martinelli ve Xhaka’nın aynı anda aynı bölgeye Arnold’ın arkasına koşu attığını ve Odegaard’ın topu oraya doğru sürdüğünü göreceksiniz. Aynı zamanda Jesus, Arnold ve Matip’in arasına yerleşmiş konumda. Bu durumda şöyle bir görüntü ortaya çıkıyor. 4v3’lük sayısal üstünlük ve üstüne arkaya atılan 2 önemli koşu. Böyle bir durumun oluşmasında iki husus var. Liverpool’un ileri dörtlüsünün topu çok kötü bir yerde kaybetmesi ve Thiago’nun koşuyu bırakması. Topu kaptırdıkları anda Saka kanatta boş bir şekilde topu bekliyor, topu aldığı anda Odegaard’ın attığı iyi bir koşu ve Henderson-Thiago ikilisinin tabiri caizse uyuması. Sonuç olarak yenen bir geçiş hücumu golü. İlk yarı biterken son hücumda da yine aynı şeylerin bu sefer ters kanatta yapıldığını ancak öznelerin değiştiğini gördük. Bu sefer topu alan Martinelli (ancak Liverpool adına en büyük sıkıntının stoperlerin ilerde kalmış olması) arkaya koşu atan 3 oyuncu ve ardından gelen gol. Bu pozisyonların benzerlerini City maçlarını seyrettiğinizde de görebilirsiniz. Bir kanatta oyuncu kümelenmesi ve diğer kanatta boşta kalan kanat oyuncusu. Şimdi de neredeyse aynısını Arsenal tarafında Guardiola’nın yanında yetişmiş Arteta yapıyor. Bu pozisyonların önlenmesindeki bana kalırsa en önemli faktör hücum oyuncularının savunma reaksiyonlarının iyi olmasından geçiyor. Liverpool adına sıkıntılı bir dönem olduğu kesin. Ardı arkası bitmeyen sakatlıklar bu maçta da devam etti önce L. Diaz sonrasında Arnold sakatlık nedeniyle oyundan çıktı. Hal böyleyken Liverpool şu anda 10. sırada ve haftaya City ile oynayacaklar. İşleri çok zor. Arsenal adına önemli 3 maç geride kalırken (United, Tottenham, Liverpool) liderlik koltuğuna oturmuş durumdalar. Taraftar kötü geçen sezonların ardından bu sene bir hayli umutlu. Şampiyonluk yarışı için belki erken ama City ile nasıl bir mücadele verecekler, alttan gelen Tottenham ve Chelsea’ye karşı nasıl reaksiyon verecekler hepsi merak konusu. Okuduğunuz için teşekkürler. Beğendiyseniz paylaşmayı unutmayın. Linesman’le kalın!

  • Sanaldan Gerçeğe Bir İlk - Cem Bölükbaşı

    Herkese merhabalar. 2022 yılında bizi Formula 2’de temsil eden milli sporcumuz Cem Bölükbaşı’ndan bahsedeceğiz. Kariyerini genel olarak ele alacağız ama odak noktamız taktir edersiniz ki Formula 2 olacak. Sizleri daha fazla bekletmeden yazıya geçelim. Keyifli okumalar! Cem Bölükbaşı, Formula 2’de Türkiye adına yarışan ilk ve tek pilot. Formula 2, eski formatıyla GP2 olduğu zaman Can Artam ve Jason Tahincioğlu bizleri temsil etmişti. Can Artam, iSport International takımı ile bir yıl mücadele etti ve sadece 2 puan kazandı. Jason Tahincioğlu ise Fisichella Motor Sport ile iki yıl mücadele etti fakat puan kazanamadı. Cem’de Charouz Racing System ile 16 yarışta mücadele etti ve puan elde edemedi. Şimdi bireysel olarak Cem’e odaklanalım. Cem, çocuk yaşlarında motorsiklet ile motor sporlarına başladı. Devamında çevresinin ve ailesinin kararıyla dört tekere geçerek kartingde yoluna devam etti. Türkiye, Belçika, İngiltere vb. ülkelerde şampiyonalara katıldı. 2009’da Türkiye Karting Şampiyonası’nı 3. olarak tamamladı. Devamında başarılı performanslar gösteren Cem’e destek serilerinden teklif gelmiş olsa da maddi imkansızlıklardan dolayı yarış kariyerine ara vermek durumunda kaldı. Pist üstünde kalamayan Cem, yarış heyecanını sanal ortamda devam ettirdi. iRacing, Formula 1 eSports, Playseat SMS-R Championship serisi vb. alanlarda mücadele eden Cem, Formula 1’in eSports’a ilk girdiği 2017 yılında turnuvayı 5. sırada tamamladı. Cem’in resmi olarak katıldığı son eSports turnuvası ise 2020 yılında Formula Renault Esport serisiydi. O turnuvayı ise 1. sırada noktaladı. Esport’da gösterdiği başarılar onu tekrar piste gönderdi. 2019’da Formula Renault Eurocup’ta M2 Competition takımı ile 2 yarışta mücadele etti. Bu yarışlar Cem adına bir ilkin temsilcisi, ilk kez Formula aracı deneyimi elde etti. Tabi 2019’da sadece Renault Eurocup’ta mücadele etmedi. Borusan Otomotiv Motorsport takımı ile GT4 Avrupa Serisi’nde mücadele etti. İki hafta sonunda yarışan Cem toplam 4 yarışta yer aldı ve bir yarışta podyuma çıktı. Bu performans onu 2020’de de Borusan Otomotiv Motorsport pilotu yaptı. 2020’de Pro-Am kategorisinde Yağız Gedik ile beraber yarışan Cem, sezonu 2. sırada tamamladı. Açıkçası GT4 Avrupa serisi ona fazla geliyor gibi görünüyordu. Kazaya fazla karışmayan, gerilerden gelerek fazla sıra kazanan bir pilot görünümü veriyordu Cem. 2021 ise onun için çok yoğun geçti. Yıla F3 Asya Şampiyonası’nda BlackArts Racing takımı ile mücadele ederek başladı. 15 yarışta 61 puan toplayan Cem, şampiyonayı 9. sırada tamamladı. Bir ay süren kompakt turnuvada Guanyu Zhou, Jean Daruvala, Roy Nissany, Isack Hadjar, Ayumu Iwasa gibi isimlerle mücadele etti. Formula aracı ile ilk tam turnuvasına bakarsak oldukça başarılı diyebiliriz. Yılın devamında Borusan Otomotiv Motorsport ile mücadele etmeye devam etti. GT4 Avrupa serisinin yönetimi Cem’in seviyesini tam olarak ayarlayamadığı için AM, Pro-Am ve Silver kategorilerinde mücadele etti. Üç kategoride toplam 125 puan topladı. Yıl içerisinde bir yarışlık Le Mans tecrübesi elde etti. EuroInternational takımı ile yarışan Cem, takımı podyuma götürdü. 2021 yılına Euroformula Open şampiyonası ile devam eden Cem, şampiyona ortasında yarışlara dahil oldu ve elde ettiği 217 puanla 5. sırada tamamladı. Açık konuşmak gerekirse F3 Asya Şampiyonası’na göre daha kolay bir serüvendi onun için. Gerek mücadele olsun, gerek pilot kalitesi F3 Asya’dan daha alt seviyedeydi. 2021 yılını F2 sezon sonu testleri ile noktalayan Cem’in artık F2’de yarışacağını biliyorduk. Formula 2’de yarışacağını açıkladığı basın toplantısında lisans puanları için tekrardan F3 Asya’da (F3 Asya’nın yeni adı Formula Regional Asya) mücadele edeceğini de açıklayan Cem, yıla çok motive girmişti. Gerek basın toplantısındaki demeçleri, gerek sosyal medya paylaşımları, onun ne kadar istekli olduğunu gösteriyordu. Fakat Formula Regional Asya onun için iyi başlamadı. İlk hafta sonunda bulunan 3 yarışın 3’ünde de kaza yapan Cem’in momentumun kırıldığını gördük. Kazaların genelinde direkt olarak kendi hatası olmasa da orada olması maalesef kötü sonuçları doğurdu. Zaten ilk hafta sonundan sonra turnuvadan çekilerek istediği lisans puanlarını toplayamadığı gibi, pistlerde olan kilometre eksiğini de kapatamadı. Devamında Formula 2 serüveni başladı. Sezon öncesi testlerde yer alan Cem’in yüzü tekrardan gülüyordu. Verdiği demeçlerde de takımın ve kendisinin yeni sezon için oldukça istekli olduğunu belirtiyordu. Formula 2’yi Formula 1’de olduğu gibi Bahreyn’de açtık ve gözlerimiz Cem’i takip etti. Sakhir Sıralama turlarında iyi performanslar sergileyemeyeceğini tahmin ediyorduk. Çünkü tek tur performansı hızlı ve kolay öğrenilebilecek bir durum değil, zaten tahmin ettiğimiz gibi de olmuştu. İlk Sprint Yarışı’nda zaman zaman güzel performanslar sergilese de 14. sırada tamamlayarak yarışı noktalamıştı. Ana yarışta ise puana çok yaklaşmıştı, son turlara doğru giren güvenlik aracının da etkisiyle Cem için puan uzak noktada değildi fakat yarışın tekrardan başlamasıyla beraber Daruvala’nın Cem’e arkadan teması o umutları öldürmüş oldu ve Cem yarışı 15. tamamladı. Jedaah Jeddah, hangi pilot olursa olsun zorlanabileceğiniz bir pist. Hem de tecrübeniz oldukça düşük ve deneyimsizseniz duvarların bu kadar yakın olduğu bir pistte ya yavaş gidecekseniz, ya da kaza yapacaksanız. O hızı tek bir antrenman seansında bulmanız çok zor. Cem’de F2 rejisine gerdiği demeçte “Yavaş yavaş ritmimi arayacağım.” demişti. Fakat kendi sağlığını da etkileyebilecek önemli bir kaza geçirdi. Formula 1’de de benzer yer de hata yapanlar olmuştu. Hatta Lando Norris, bu alanla ilgili düzeltime yapılması gerektiğini bile söylemişti. Kaza sonucu Cem, hafta sonuna devam edemedi. Imola Kaburgalarında kırık olduğu tespit edilen Cem, Formula Regional’dan beri devam eden şanssızlığı bir türlü kıramadı. Elde ettiği olumlu momentum günden güne azalıyordu. Sakatlığı sebebiyle Imola’yı ve Barcelona’da gerçekleştirilen yaz arası testlerini kaçıran Cem, iyileşme süreci içerisindeydi. Barcelona Araçların ve pilotların net olarak test edildiği yer olarak gösterilir her zaman Barcelona. Cem’in dönüşü de en zorlanabileceği pistlerden birisine denk geldi ama o her zaman kendisini göstermek istiyordu. Zaman zaman güzel geçişlere imza atan Cem, lastikleri hafta sonu boyunca çalıştırmadı ve Sprint yarışını 18, Ana Yarışı ise 20. sırada noktaladı. Monaco Bütün ihtişamı ile Monte Carlo’da ekip olarak güzel bir hafta sonu geçirdi Cem. Sprint Yarışını 12, Ana Yarışı 11. sırada tamamladı. Formula 2 kariyerinin en iyi sonuçlarını Monaco’da elde etti. Puana da en yaklaştığı yerlerden birisiydi Monaco. Bakü “Azerbaycan’ı evim olarak görüyorum.” diyerek hafta sonuna başladı Cem. Evinden de puan veya puanlar toplamak istediğini de hepimiz biliyoruz. Hızı, startı, geçişleri ile belki Formula 2 hafta sonu adına en pozitif yarışını geçiriyordu Cem. Fakat her iki yarışı da tamamlayamadı. Sprint yarışı için olmasa da ana yarışta puan hiç ama hiç uzak değildi. Silverstone Azerbaycan’da göstermiş olduğu performansı İngiltere’de de kazasız bir şekilde devam ettirmesini bekleyen bizler ve Cem için maalesef kötü bir hafta sonu oldu. Temsilcimiz Sprint Yarışını 19, Ana Yarışı ise 18. sırada tamamladı. Spielberg Avusturya’da artık tekrardan çıkışa geçmesini beklediğimiz temsilcimiz için hafta sonu hiç olmadığı kadar kötüydü. İlk yarışta 5, ikinci yarışta 3 tur atan Cem, yarışların toplamında sadece 8 tur atarak her iki yarışı da tamamlayamadı. Le Castellet Cem, geçmiş serilerinde başarılı olduğu Le Castellet’e geldiğinde puan alamasa bile orta sıralarda yer alarak kendini göstermek istiyordu fakat istenenler maalesef olmadı. Sprint yaşını 15. tamamlayan Cem, Ana Yarışta finişi göremedi. Hungaroring Sıralama seansını 16. sırada noktalayan Cem, güzel bir hafta sonu geçirerek yaz arasına gitmek istiyordu. İlk yarışı başladığı noktada bitiren Cem, ikinci yarışı 13. sırada noktaladı. Geçtiğimiz hafta sonlarına oranla daha elle tutulur bir performans sergilemişti. Yaz arasına bir şekilde olumlu giden Cem’den tatil görselleri gelirken Charouz Racing System, Instagram’da Cem’in isminin bulunduğu kısmı kaldırınca olaylar büyüdü. Ne Cem’in tarafından ne de Charouz Racing System tarafından bir açıklama yoktu. Ta ki Cem’in yerine Tatiana Calderon’u takıma gelene kadar. Devamında Charouz, Cem’in tarafının ihlal etmiş olduğu bazı durumlar sebebiyle yolların ayrıldığını açıkladı. Birkaç gün sonra, Cem durumun kendilerinden kaynaklı olmadığını, takımın sorunu yarattığını ve hukuken de haklarını arayacaklarını söyledi ve Cem’in şimdilik Formula 2 kariyeri bu şekilde noktalandı. Geçtiğimiz günlerde bir programa katılan Cem, 2023’te gridde tekrardan yer alabileceğini söyledi. Sezonun son roundu olan Abu Dhabi’de de yer alma ihtimali olduğunu belirten Cem, farklı serilerden de teklif geldiğini ve bu teklifleri kabul ederek tecrübelenmek istediğini söyledi. Her ne kadar muhteşem performanslar sergileyemesede bizler onu desteklemeye devam edeceğiz. Umarız ilerleyen günlerde kariyerinde çok daha başarılı olduğu günleri görebiliriz. Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Temsilcimiz Cem Bölükbaşı’nı ele aldığımız yazımızı noktaladık. Diğer yazılarımızda görüşmek üzere!

  • Alanyaspor v Antalyaspor Mücadelesi Değerlendirmesi

    Futbol, pozitif ve dikine oynandığında daha bir keyifli hal alıyor. Bu sistemi doğru uygulayan fakat son haftalarda başarısız sonuçlardan kurtulmak isteyen iki genç hocanın Akdeniz derbisi düşük bir tempoyla başladı. Frencesco Farioli, İtalya (alt liglerde) ve Katar'da kaleci antrenörlüğüyle her ne kadar kendini ispat etmeye çalışsa da asıl çıkışı şu an bulunduğu kulüp Alanyaspor ve pek tabii ki Karagümrük'te yaptı. Nuri Şahin'in takımı Antalyaspor maça da ikinci yarıya da çok kötü başladı. Fakat Cemali'nin müthiş ortasında Wright maça Antalyaspor'u ortak etti. Büyük beklentilerle alınan Nakajima, cezalı Soner Aydoğdu, Güray Vural ve sakatlıkları süren Boffin ve Ndao'dan yoksun bu maça çıkan Antalyaspor etkisiz elaman Adriano'nun da varlık gösterememesiyle özellikle hücumda istediği verimi alamadı. Efecan Karaca, Alanyaspor'la çıktığı 297. maçında yine istiktarlı görüntüsünden taviz vermedi. Fakat oyundan çıkarken yapmış olduğu hareketleri onun gibi profesyonel futbolcuya yakışmadı. Onun yerine giren Oğuz Aydın zamanla çok daha iyi yerlere geleceğini kumaşıyla belli etti. Bir diğer dikkat edilmesi gereken oyuncu yine Alanyaspor'dan Yusuf Özdemir. Zaman zaman İzlanda Milli Takımı forması giyen kaleci Alex Runarsson'a çok iş düşmemesine rağmen bir Marafona etkisi bırakmadı. Antalya'da sonradan oyuna giren Mustafa Erdilman'ın asisti ve tekniği dikkat çekti. İlerleyen maçlarda en azından şahsi futboluyla takıma hiç bir katkısı olmayan Ghacha kadar süre alsa onun için iyi bir şans olur. Her ne kadar Antalyaspor için eksiklikler hissedilsede Antalyaspor gibi bir takıma bu kadar ağır iki stoper, sahada amaçsızca koşan futbolcular yakışmıyor. Nuri Şahin, takımla ilgili birkaç radikal karar almak zorunda yoksa bu gidişat iyi değil. Alanyaspor'un, kötü gününde olan Antalyaspor'a karşı kazanması beklenen bir durumdu. Daha rahat kazanmaları gereken bir maçı 3-2'ye getirtmeleri Farioli'nin üzerinde durması gereken bir konu. Bu futbolla sadece günü kurtardılar. Türk futbolunun en büyük sıkıntısı maçlardaki temponun düşüklüğü. Bugünkü maçta da bunu yeterince hissettik. Özellikle Antalyaspor'un Trabzon maçında skordan bağımsız oynadığı futbol ve futbolcuların oynama arzusunu haftalardır mumla arıyoruz. Haftaya oynayacakları İstanbulspor maçı onlar için bir çıkış maçı olabilir, bunu bekleyip göreceğiz. Alanya için anlam veremediğim en önemli husus; böyle potansiyeli olan ve Süper Lig'de mücadele eden büyük ilçe takımının taraftarının maçlara istenen rağbeti göstermemesi denebilir. Bugün Antalyaspor taraftarı onlara kendi evinde deplasmanı yaşattı. Bazen sahada kazanırsın ama tribünde kaybetmek tribüncü adamı bezdirir.

  • A Milli Kadın Voleybol Takımımızın Dünya Şampiyonası Performansı

    A Milli Kadın Voleybol Takımımız, Dünya Şampiyonası çeyrek finalinde ABD’ye 3-0 kaybederek elendi. Duygunun her türlüsünü uçlarda yaşamamız sebebiyle bu mağlubiyete de biraz fazla reaksiyon gösteren kesimler oldu. Bir kısım da ‘bu takımın yapabileceği zaten en fazla buydu’ diyerek normal karşıladı. Eleştirilecek pek çok nokta var elbet, bu milli takım jenerasyonunu kutsallaştırmadan bunu yapmam mümkün gayet. Ben de gayet olağan karşılayanlardanım bu mağlubiyeti, işin daha çok keyif alma kısmındayım izlerken. Tek mağlubiyetle teknik ekibe ve oyuncu grubuna yüklenmeyi çok doğru bulmuyorum. Başka bir antrenörle de bundan azı olmazdı ama bundan fazlası da olacağından şüpheliyim. Rakiplerimizle basit bir oyuncu kıyaslaması yaparak da bu sonuca ulaşmak çok zor olmuyor. Eleştirebileceğim tek nokta kadro ve maç içindeki oyuncu tercihleri olabilir. Guidetti üzerinden değil ama onu ilahlaştıran kesimi belki biraz da eleştirebilirim.. Voleybolu onunla keşfetmedik, daha önce de bu takım olimpiyatlara ve şampiyonalara katıldı. Yani ilk değil, final dahi oynadı hatta. Kamuoyu ve devlet desteğinin böylesine olmadığı bir dönemde hem de. Yine de başta federasyon olmak üzere; teknik ekip ve oyuncu grubunun ülkeye voleybolu çok daha sevdirdiği yadsınamaz bir gerçek. Maçların yayınlandığı gün rating sonuçlarına bakma bile başlı başına yeterli bunun için. Ülkenin moral ve motivasyonunu bir milli takım ne kadar yukarı çıkarabiliyorsa bu milli takım onu en üst seviyelere taşımayı başardı. İyi ki varlar. Belki insanların daha fazlasını istemeleri bundan sebep. Oyuncu performanslarını bir üst seviyeye taşıyabilirsek bundan bir daha fazlasını yapabileceğimize inanıyorum. Daha çok olimpiyatlara ve böyle şampiyonalara katılım tek isteğim. Bu organizasyonla devam etmemiz halinde elbet çok uzak olmayan bir gelecekte o kupa gelecektir.

bottom of page