Arama Sonuçları
Boş arama ile 1250 sonuç bulundu
- Tyson Fury’den Derek Chisora'ya Dominant Galibiyet
Ağır sıklet boksun süpestarı Tyson Fury, Tottenham Stadyumu’nda 60.000 seyircinin önünde Derek Chisora ile karşı karşıya geldi. Fury, baştan sona tek taraflı geçen karşılaşmayı 10. raundda teknik nakavtla kazandı ve WBC ağır sıklet kemerini korudu. Bu da yetmedi daha teri soğumadan sıradaki iki maçını da ayarladı. Bu karşılaşma belli olduktan sonra insanlar ne tahmin ediyorsa çoğu maç içerisinde gerçekleşti. Sadece Tyson Fury’nin Derek Chisora’yı ne zaman nakavt edeceği merak ediliyordu. Birçok kişiye göre Fury, rakibini erken bir şekilde nakavt edecekti. Fakat beklentiler gerçekleşmedi. Fury, o erken nakavtı yapmak için uğraş verdi ama Chisora nakavt olmamak için savaştı. Özellikle ilk üç raundda Fury, yağmur gibi aparkat ve kroşeler attı. Chisora, iplerde sıkıştı kaldı ama yere düşmedi. Çingene Kral, bunun üzerine Chisora’yı öğütmeye karar verdi. 3. raunddan sonra Fury, o ilk rauntlardaki hızını kesti yavaş yavaş Chisora’yı işlemeye başladı. 4. raundla birlikte karşılaşma antrenman maçına dönüştü. 8 ay önce emeklilik kararı alan ve bu yüzden antrenman ve maç temposu eksiği olan Fury için bu iyi bir fırsat oldu. Fury’nin bu maçı tercih etme sebebi de bir bakıma buydu. Daha önce Chisora ile iki kez karşılaşmış, rakibini tartışmasız bir şekilde yenmişti. Aralarında bir husumet de bulunmuyordu. Fakat emeklilikten sonra ciddi bir rakibin önüne çıkmadan önce ısınma maçı yapmayı istedi. Bu karşılaşmanın gidişatı da bu isteğini karşıladı. Derek Chisora’yı ilk üç raund indiremedikten sonra raundları almaya ve rakibini yavaş yavaş ezmeye başladı. Maçı bitirme fırsatları da yakaladı bu süre zarfında fakat ilk üç raunddaki iştahı ile saldırmadı. Saldırdığı bazı bölümlerde ise Derek Chisora’nın dayanaklılığı maçın uzamasına sebep oldu. 9. raund bittiğinde artık Tyson Fury’nin Derek Chisora’yı kelimenin tam anlamıyla öğüttüğü açıkça belli oluyordu. Chisora, herhangi bir etkili yumruk atamıyor sadece bilinçsizce rakibinin üstüne gitmeye çalışıyordu. Hakemin bitirme istekliliği net bir şekilde görülüyordu. 10. raundun ortasında Derek Chisora, Tyson Fury’nin attığı yumruklara cevap veremez pozisyona gelince hakem çok doğru bir kararla araya girdi ve maçı bitirdi. Fury böylece hem nakavtlı galibiyet alarak nakavt serisini devam ettirdi hem de dev maçlar öncesi iyi bir hazırlık yaptı. Bu maç kadar Tyson Fury’nin galibiyetten sonra kime meydan okuyacağı da merak konusuydu. WBA-IBF ve IBO kemerlerini elinde bulunduran Oleksandr Usyk, en büyük adaydı. Diğer bir aday ise WBO’nun geçici kemerini kazanan Joe Joyce’du. İki boksör de ring kenarında maçı izleyerek olacaklara dair ipucunu vermişlerdi. Maçtan sonra ilk önce Chisora fitili ateşledi. Fury ile Usyk’in karşılaşması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Fury, mikrofonu eline aldı ve Usyk’e; “Sıradaki sensin!” diyerek meydan okudu. Daha sonra Fury ile Usyk ringde ilk kez yüz yüze geldi. Bu ikiliye Joe Joyce da katıldı. Fury, Usyk maçından sonraki rakibinin Joe Joyce olacağını söyledi. Bu yılın son büyük boks gecesini geride bıraktık. Yeni yılda boks ringlerinin alev alev olacağını söylersek yanlış olmaz. Tyson Fury – Oleksandr Usyk maçının yapılması için uzun bir süredir uğraş veriliyordu. İki taraftan da ciddi adım gelmeyince Fury, Anthony Joshua’ya yönelmişti fakat o maçın görüşmeleri de tıkanınca Chisora maçı ayarlanmıştı. Bu kez Tyson Fury ile Oleksandr Usyk tarafları arasındaki görüşmelerin daha ciddi bir seviyeye gittiği görülüyor. Eğer bu maç olursa 20 yılı aşkın bir süredir ilk kez ağır siklette kemer birleştirme maçı izleyeceğiz. Diğer bir taraftan ağır sikletin diğer büyük isimleri Anthony Joshua ile Deontay Wilder cephesinde de heyecanlı gelişmeler yaşanıyor. Bu iki yıldızın, 2023 yılında karşılaşmak için görüşmelere başladığına dair haberler geliyor. Eğer bu iki dev maç gerçekleşirse, son yıllarda altın çağını yaşayan ağır sıklet boksu zirveyi görecek demektir.
- Son Şampiyon Fransa, Çeyrek Final'de!
Son Dünya Kupası Şampiyonu Fransa, Polonya karşısında ilk yarıda zorlansa da Giroud ve Mbappe’nin (2) golleriyle kazanarak adını çeyrek finale yazdırdı. Polonya’nın tek golü Lewandowski’den geldi. Maç boyunca sakin ama tedbirli bir görüntü çizen Fransa Polonya karşısında özellikle 15-40 arasında zorlandı. İlk 15 dakika topu koşturan Fransa, Polonya’nın topa hakim olmasının ardından az önce belirttiğim dakikalar arasında tempodan uzak bir görüntü çizdi. Polonya hem topu dolaştırarak Fransa’yı kaleden uzak tuttu hem de uyutmayı başardı dersem yanlış olmaz. Bu dakikalarda çok net bir pozisyondan da yararlanamayan Polonya bu pozisyon ile beraber uyuyan devi uyandırmayı başardı. Turnuva boyunca tempolu oyundan uzak olan Polonya’nın Fransa karşısında belirli dakikalarda bu kadar dominant bir oyun oynamasını beklemiyordum açıkçası. Ceza sahasında çoğalamayan, sadece kanatlardan gelmeye çalışan Polonya’da Lewa - Zielinski ikilisine ek olarak üçüncü bir oyuncu eklenebilseydi belki Polonya adına farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Fransa’da ilk yarıda tat vermeyen oyuna rağmen Mbappe - Giroud ikilisi 44. dakikada sahneye çıkmayı başardı. Mbappe’nin harika pasında Giroud'nun attığı golle maçta dengeler ikinci yarıda tamamen Fransa’ya geçti. İkinci yarıda oyunun temposunu düşüren Didier Deschamps’ın öğrencileri dakikalar geçtikçe Polonya’nın risk almasının ardından Mbappe’nin maçın 75. dakikasında attığı harika golle hem farkı ikiye çıkardı hem de turun kapısını iyice aralamayı başardı. İkinci golden sonra iyice rahatlayan Fransa, Mbappe’nin muhteşem falsosu ile farkı üçe çıkartarak İngiltere - Senegal maçının galibine adeta gözdağı verdi. Fransa adına olumsuz konuşacağım tek şey ilk gole kadar yaşanan temposuzluk ve orta alan oyuncularının maç boyunca oyuna çok fazla katılamamaları diyebiliriz. Ben bunun sebeplerinden birinin de Pogba, Kante gibi orta alanda kemikleşmiş oyuncuların turnuvada olmaması ile beraber yeni bir orta alan kurulmaya çalışılması ve Griezmann’ın kendi mevkisinden çok klasik bir 8 numara gibi oynatılmaya çalışılması Fransa’nın orta alanında belirli defoların ortaya çıkmasına sebep diyebiliriz. Fransa’nın Mbappe liderliğinde şu ana kadar rahat kazanmasına rağmen zorlu rakiplere karşı neler verebilir bunu ileriki turlarda göreceğiz.
- Fransa'nın Çeyrek Finalde Rakibi İngiltere oldu!
18.00 seansında karşı karşıya gelen Fransa – Polonya maçında çeyrek finale ulaşan Fransızlar olmuştu. Ardından son Afrika şampiyonu Senegal, eleştirilerle boğulan İngiltere ile karşı karşıya geldi. İngiltere’nin dominant oyunu ve Senegal’in çaresiz gözüktüğü 3-0’lık bu maçı sizler için değerlendirdim. Temposuz geçen ve her iki takımın da tedbirli oynadığı bir 30 dakika izledik. 30 dakika boyunca Bellingham’ın önceki maçlardaki gibi sahada daha özgür olduğunu gördük. Hatta Luke Shaw, çizgide konumlanarak takımına genişlik verirken, Bellingham ise sol bek ile Merkez (orta alan) arasında kalan "Half Space" bölgesinde konumlandı. Bu sayede Bellingham’ın oyun kuruculuğundan faydalanmak istendi. Oyunun sıkıştığı vakitte ise orada genişlik veren Luke Shaw sayesinde top oraya yönlendirildi ve İngiltere kısmi olarak rahatladı. 33. dakikada Senegal kaleye çok iyi gelip iyi bir pozisyon elde etti fakat Pickford çok iyi bir top çıkardı. Bu top maçtaki ilk isabetli şut oldu. Bahsettiğim 30. dakikadan sonra oyun kısmi olarak açıldı diyebilirim. 38. dakikada yukarıda bahsettiğim koridora yerleşen Bellingham ve Shaw iş birliği ile hücuma çıkan İngiltere, Bellingham’ın özgür kalması sayesinde arkaya sarkması ve penaltı noktasına çevirdiği topa Henderson’un gol vuruşu da eklendi ve skor 1-0 oldu. Böylece İngiltere ilk kez etkili geldi ve golü buldu. Hemen ardından 42. dakikada aynı bu senaryoya benzer Bellingham – Shaw iş birliğini tekrar gördük fakat bu sefer golle sonuçlanmadı. 45+2 ile Bellingham, gene sahanın başka konumunda topu aldı özgürlüğünü yansıttı topu taşıdı Foden’a oynadı Foden ise rahat şekilde topu Kane gibi bir bitiriciye pasladı ve Kane hem kendi hanesine hem de İngiltere hanesine ilk isabetli şutunda golünü yazdırmış oldu. Senegal ise ilk 30 dakikada yaptığı kısmi baskılarla İngiltere’yi frenlenmeye zorlamak dışında pek etkili olamadı. İkince devre düdüğü ile birlikte dominant oyununu devam ettiren hatta daha da arttırmış olan İngiltere vardı. İkinci yarı ile Harry Kane’nin ilk yarıya oranla daha çok derine gelip bağlantı olan oyuncu olduğunu gördük ki bununla birlikte 3. gol geldi. Orta alana gelip bağlantı yaptıktan sonra Foden’ın müthiş dribblingi ve asisti ile Saka golle buluştu. Senegal bu süreçte temposuz, coşkusuz ve isteksiz gözüktü. Aslında turnuva boyunca kötü performans sergilemediler ama ancak her şey buraya kadarmış. Önceki maçlara göre İngiltere’de ilk 11 başlayan Mount yerine bu maç Henderson tercih edildi. Hoca ve İngiltere bu değişikliğin faydasını gördü diyebilirim. Attığı golde attığı koşu, çift yönlü oyunu ve takımı yönlendirmesi ile bugün iyi bir iş çıkarttı. İngiltere bu maç ile birlikte Fransa’nın rakibi olmuş oldu. Bakalım beklenen o maçta neler yaşanacak. Hepsini merakla bekliyoruz. Sizde bizim meraklarımıza ortak olup içeriklerimizden haberdar olmak istiyorsanız takipte kalınız!
- Kadınlar Basketbol Ligi'nde Beşiktaş'dan İstediğini Alan Mersin Yenişehir Oldu!
9. haftası oynanan Kadınlar Basketbol Süper Ligi'nde haftanın en önemli karşılaşması lider Yenişehir Belediyesi ile koç değişikliği sonrası toparlanan Beşiktaş arasında oynandı. Maça çok yüzdeli başlayan ev sahibi takımda Louisville çıkışlı 2021 draftı 13. sıra seçimi aynı zamanda Avrupa'daki çaylak sezonunu Macaristan’da geçiren Dana Evans’ın 4/5 3'lük isabeti sürekli tempoyu artırarak kurduğu hücumlarla başladı ve bir anda ilk çeyrekte farkı 8 sayıya kadar çıkardı. Konuk ekipte ise takımın skorer oyuncusu Tiffany Hayes erken faul problemine girmesi sebebiyle yapılan basit top kayıpları göze çarpsada erken alınan mola sonrası Chelsea Gray ve Jonquel Jones'un tepeden oynadıkları pick and roll üzeri oyunlarla farkın açılmasına izin vermeyerek oyunu dengeye getirmeyi başardı. Kadın basketboluna göre çok sayılı ve tempolu 1. periyod sonrası dengeler bozulmadı (20-20). 2. çeyreğin başında Beşiktaş D. Evans’ın 3 sayılık (JumpShot) atışıyla başladı, hızlı fast break sayıları yanında Elif Bayram ve Taya Reimer ile sayılar bulan ev sahibi (16-3) seri ile maçta bir anda 13 sayı öne geçmeyi başardı. Deplasman ekibindeki konsantrasyon eksikliği yanında saha içi spacing (düzgün ve dengeli) yerleşimi hücumda zorlanmalarına neden oluyor. Türk oyunculardan hiç katkı alamaması ve bir türlü momentum sağlayamadıkları için 4 kısalı düzene dönüyor ve tamamen C. Gray üzerinden bireysel oyuna dönüyor son 2.30 dakikada 12-2'lik seri ile farkı 4 sayıya kadar indiriyor devreye girerken maça tutunuyordu. (47-43) 2. yarıya İrem Naz Topuz'un üst üste çaldığı toplarla başladık. D. Evans’ın penetre üzeri (floting shot) bitirişleri Elif Bayram’ın faul çizgisinden yüzdeli oynamasına karşın oyun dengede seyrediyor, J. Jones bu bölüme damga vuruyordu. Kadın basketbolunda neredeyse hiç karşılaşmadığımız 38 verimlilik puanı ile ribaundlarının yanı sıra hücumdaki etkili performansı ile gözlerimizdeki pası siliyordu dengede geçilen bu çeyrekte oyunun sonunda Gökşen Fitik ve C. Gray ile isabetleride bulan deplasman ekibi final periyoduna (68-74) üstünlükle giriyordu. Son çeyreğe Chelsea Gray’ın (pull up) basketleriyle başladık savunmaların çok gölgede kaldığı maçta üst üste alınan molalarında bir etki sağlamadığını gördük bu bölümde Beşiktaş adına yeniden D. Evans karakter koyup sorumluluk ruhuyla açılan farkı bir anda eritmeyi başardı. Maçın son dört dakikasına girilirken fark sadece tek topa indi (80-82). Alınan mola sonrası kenarda çok uzun süre bekleyen T. Hayes’in bir turnike bir 3’lük basketi yanında Gökşen Fitik’den gelen 3'lük ile yine bir adım öne çıktı. Kadro kalitesi çok iyi olan deplasman ekibi karşısında rotasyonda zorluk çeken ev sahibinde tekrardan reaksiyon gelemeyince deplasman ekibi 9. maçta 8. galibiyetini alırken ligde zor günler geçiren Beşiktaş 7. Mağlubiyetini alıyordu (87-92). Maç dışında göze çarpan çok derin bir kadrosu olan Mersin ekibinde C. Gray ve J. Jones’un 38 dakika sahada kalmaları hücumda neredeyse bu iki oyuncu dışında kimseye top değmemesi takımdakı diğer oyuncuların mutsuzluğu süre bile alamamaları göze çarptı, Bu hafta perşembe günü formda İtalyan takımı F. Schio ile oynıyacaklar. Savunmada çok kötü sinyaller verdiler, switch savunmalarında sürekli hata yapıp yardım savunmasınıda yapamadılar. Beşiktaş tarafında ise ilk 5 maçta alınan yenilgiler sonrası koç değişikliğinin ne kadar doğru bir hamle olduğu bariz şekilde gözüktü. Gelecek transferler sonrası eldeki genç oyuncularla her zaman rakiplerine zorluk çıkaracakları gözüküyor, en büyük sorun D. Evans ve diğerleri gibi duruyor. Bu oyuncu bu sezon yakından takip edilmesi gereken izlendiğinde kimseyi pişman etmeyecek gibi duruyor. Takım için önemli bir role sahip olan Taya Reimer ise gerçekten vasat performansı ile teknik ekibi baya zorlayacak gibi. Bu maçta diğer 8 maça göre 8/18 ile kabul edilebilir bir yüzdeyle oynadıysada savunmada tuttuğu J. Jones 28 sayı, 16 ribaund ile oynadı verimlilik açısından kabul edilmesi çok zor.
- Portekiz, 6-1 Kazandı! Fas ile Karşı Karşıya Gelecekler!
Merhabalar, bugün sizlere son 16 turlarının son maçı olan Portekiz-İsviçre maçını yazacağım. Keyifli okumalar dilerim. Kadrolar Portekiz, sürpriz sayılabilecek bir şekilde Ronaldo ve Cancelo’suz maça başladı. Cancelo yerine Guerreiro, Ronaldo yerine ise Benfica’nın 21 yaşındaki golcüsü Gonçalo Ramos sahadaydı. Onları sahada klasik bir 4-3-3 ile dizilirken gördük. Murat Yakın’ın ekibi İsviçre'de ise son oynanan Sırbistan maçına göre tek değişiklik sağ bekte Widmer yerine Edimilson Fernandes oldu. Maçın Değerlendirmesi Maça her iki takımın da kontrollü başladığını söylemek yanlış olmaz. İsviçre, top Portekiz’de iken rakibine ön alan baskısı uygulayarak rahat çıkarmamayı amaçladı. Bu preste Embolo’ya, Freuler ve Sow eşlik etti. İlk 15 dakika başa baş ve denk bir mücadele izledik. Ancak daha sonra Gonçalo Ramos’un attığı şutta top tabiri caizse iğne deliğinden geçerek ağlarla buluştu ve Fernando Santos’un öğrencileri üstünlüğü sağladı. Golün de verdiği moral ile baskısını iyice artıran Portekiz, deneyimli stoperi Pepe ile kornerde golü buldu ve bir nebze de olsa rahatladı. İlk yarı bu şekilde sona erdi. İkinci yarıda ise kaldığı yerden devam eden bir Portekiz vardı. Dalot’un çevirdiği topta güzel bir tek dokunuşla topu ağlara gönderen Gonçalo Ramos, hocasının yüzünü kara çıkartmadı ve maçtaki 2. golünü kaydetti. Bu golden birkaç dakika sonra ise kaptıkları topta bizlere harika bir geçiş oyunu izleten Portekiz, seri ve dikine paslaşmalar sonucu Guerreiro ile skoru 4-0'a getirdi. Bu golün oluşumunda Otavio’nun atağı başlatan topuk pası çok kıymetli. Golün akabinde İsviçre’nin Akanji ile duran toptan bulduğu gol ufak bir teselli oldu diyebiliriz. 67. dakikada sağ çaprazdan karşı karşıya aşırtma vuruşu ile hat-trick yapan Gonçalo Ramos için unutulmaz bir akşam oldu. Sonradan oyuna dahil olan Milan’ın yıldızı Leao, 90+2'de attığı golle 6-1'lik skoru tayin etti. Neler Öngörebiliriz? Portekiz, çeyrek finalde İspanya’yı sürpriz bir şekilde penaltılarla eleyen Fas karşısına çıkacak. Fas şimdiye kadar oynadığı 4 maçta sadece kalesinde 1 gol gördü. Takım olarak iyi savunma yapan, topu kaptığında hızlı ve dikine hücuma çıkan Fas, Portekiz için ciddi bir sınav olacaktır. Ancak buraya çok moralli ve momentumu almış bir şekilde gelecek olan Portekiz’in zor da olsa turu geçeceği kanaatindeyim. Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur. Başka yazılarda görüşmek üzere, hoşça kalın.
- Utkan Şahin Röportajı
Herkese merhabalar. Eurohoops'ta yazarlık görevini üstlenen ve EuroLeague'in sitesinde yazan ilk Türk sevgili Utkan Şahin ile güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Değerli vaktini bize ayırdığı için sevgili Utkan Şahin'e şahsım ve Linesman ekibi adına teşekkür ediyorum. Herkese keyifli okumalar! Sizi genel itibariyle Euroleague medyasından ve Eurohoops’tan tanıyoruz. Ayrıntılı olarak bahseder misiniz, kimdir Utkan Şahin? 1994'te İzmir'de doğdum. Üniversite hayatıma kadar da İzmir'de okudum. Şimdilerde de yine İzmir'deyim. Üniversite'de hukuk okudum ama mesleğimi yapmıyorum. Hayatımın büyük bir kısmı basketbol ve bu çok küçük yaştan beri böyle. Herkes gibi ben de basketbolcu olma hayaliyle büyüdüm ama maalesef olamadım. Basketbolcu olamayınca da yaklaşık 14 yaşındayken basketbolla ilgili yazmaya başladım. Önceleri forumlarda, sonrasında da çeşitli basketbol sitelerinde çalıştım. 2016'dan beridir de içerisinde yer aldığım için çok gurur duyduğum Eurohoops'ta çalışıyorum. Bireysel olarak hedefiniz üzerinden gelecekle ilgili planlarınız nelerdir? Açıkçası ben çok gelecek planı yapan birisi değilim. Gelecek hedeflerine de çok inanmıyorum. Bu sebeple açıkçası çok büyük bir planım yok. Elbette daha gençken insanın daha büyük hırsları olabiliyor ama açıkçası şu anda uzun yıllar boyunca basketbolla ilgili yazmak en büyük isteğim. Tabii hayallerimin birçoğunu başarmam da bununla ilgili. Çeşitli organizasyonlarda bulundum, EuroLeague'in sitesinde yazan ilk Türk oldum, kendime sabit bir okuyucu kitlesi oluşturmayı başardım. Bunlar benim için hep önemliydi. Gelecek için bir şey söylemem gerekiyorsa, Baskonia hakkında doyurucu bir yazı dizisi yapmak olabilir ama böyle güncel bir yazı dizisi değil. Geçmişten gelen, kulübün içinde bulunduğum bir yazı dizisi. Sizce basketbol üzerine konuşmak mı yoksa yazmak mı? Neden? Ben her zaman yazmaya inandım. Günümüzün dünyasında bu kolay değil. İnsanlar yazı okumak yerine dinlemeyi tercih ediyor ve gün geçtikçe daha az okuyor ama ben bunu çok doğru bulmuyorum. Herkes konuşmak istiyor ama bana sorarsanız, bu durum basketbol medyasının giderek futbol medyasına benzemesine sebep oluyor. Bir de tabii yazmanın da kendine göre tarzları var. Bence basketbolun daha ilginç olması için hikayeleri daha çok öne çıkartmamız lazım. Amerika'nın spor medyasında en önde gelmesinde bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Bir de yazı yazarken düşüncülerimi daha açık bir şekilde ifade edebildiğimi düşünüyorum. Eurobasket, Final Four gibi önemli organizasyonlarda basın olarak bulundunuz. O tür organizasyonlarda yer almak nasıl hissettiriyor? Çok özel hissettiriyor tabii. Kariyerimdeki ilk Final Four'u unutamayacağım. En basitinden bugün bile ekip arkadaşlarımızla konuştuğumuz, güldüğümüz birçok anım var. Keza küçükken hayranı olduğun birçok kişiyle basın tribününde birliktesin ve çoğuyla orada tanışma fırsatı buldum. Mesela Luka Doncic muhtemelen kariyeri bittiği zaman tarihin en özel oyuncularından biri olarak anılacak. Ben ilk Final Four'um da kendisiyle tanışma fırsatı buldum ve bu muhtemelen çocuklarıma bile anlatacağım bir anı olacak. Bunlar özel şeyler. Belki de bu işi yapmanın en özel yanlarından biri. Geçmiş yıllarda Basketbol editörlüğüyle birlikte üniversite öğreniminizi sürdürdünüz. Şu anda da ben dahil birçok genç bu iki durumu ilerletmeye çalışıyor. Verebileceğiniz tavsiye var mı? Varsa nedir? Ben çok iyi bir öğrenci değildim, bu sebeple tavsiye vermek adına doğru kişi değilim. Ben her zaman okul ile basketbol arasından basketbolu seçtim. Fakat bunu önermem. Şunu söylemem lazım, spor medyasında çalışmak kolay değil. Çoğu zaman işin maddi kısmı çok cazip değil. Hatta hiç unutmam rahmetli Emre Gönlüşen'le tanıştığımda bana gülerek "Manyak mısın, git okulunu bitir ve avukat ol." demişti. Ben böyle söylemiyorum ama bu işi yapıyorsanız, maddi bir gelecek için değil de tutkunuz için yapıyorsunuz. Kolay değil. Bir de mesela ben kendimi üniversite okumuş gibi görmüyorum. Ben okula hiç gitmedim ve açıkçası bir üniversite hayatım olmadı. Sanırım burada becerebiliyorsan bir denge içerisinde olmak en doğrusu. Euroleague'de 11 haftayı geride bıraktık. Sizce bu 11 haftaya damga vuran isim kimdi? Koç olarak Itoudis, oyuncu olarak da Clyburn'ü seçerim. Fenerbahçe'nin Itoudis'le birlikte ileriye doğru bir adım atmasını bekliyordum ama yeni kurulmuş bir kadroyla kısa bir sürede böyle bir başlangıç yapmasını hiç beklemiyordum. Hatta tam tersi bir şekilde sezona kötü girip sonradan toparlanacağını düşünüyordum fakat Itoudis mükemmel bir performansla sezonun ilk 11 haftasına damga vurdu. Oyuncu olarak da MVP denilince sanırım herkesin aklına Sasha Vezenkov geliyor. Haklılarda ama Clyburn'ün ortaya koyduğu süper yıldız performansı gerçekten çok etkileyici. Bana sorarsanız şu anda ligin en iyisi o. NBA cephesinden 3 isim hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Kısaca Alperen Şengün, Cedi Osman ve Furkan Korkmaz hakkındaki fikirleriniz nedir? Alperen çok ilginç bir karakter. Kendisini genç yaşta tanıma fırsatım da oldu. Hep herkesin beklentilerini yanılttı. Genç yaş gruplarında kimse onun NBA'e gitmesini beklemiyordu çünkü fiziksel olarak uygun olduğu düşünülmüyordu ama herkesi yanılttı. Önce NBA'e gidebileceğini gösterdi, sonra da NBA'de oynayabileceğini. Şimdilerde herkes savunması yüzünden onun yıldız olamayacağını söylüyor ama bence Alperen'in karakterini unutuyorlar. Alperen'in savunmadaki defolarına rağmen insanlarını yanıltacağını ve NBA'de bir yıldız olacağını düşünüyorum. Cedi içinse bence çok fazla haksız eleştiri var. Cedi bir yıldız değil, bir rol oyuncusu. Fakat insanlar bunu düşünmeyip milli takımda yaşananlar ve bir reklam yüzü olması sebebiyle çok fazla eleştiriliyor. Aslına bakarsanız bugüne kadar NBA'de rol oyuncusu olarak tutunmayı başardı ve enerjisiyle ben ligde kalacağını düşünüyorum. Furkan ise sürekli oynayabileceği ve özgüvenini yukarı çekebileceği bir ortama ihtiyacı var. Son olarak taze kurulan oluşumumuz hakkında düşünceleriniz nelerdir? Öncelikle hayırlı olsun. Umarım istediğiniz her şeyi başarırsınız ve çok başarılı olursunuz. Basketbolla ilgili herkesin de sizi takip etmesini tavsiye ediyorum. Sevgili Utkan Şahin ile sizler için bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Umarız beğenmişsinizdir. Eğer beğendiyseniz paylaşarak bize destek olabilirsiniz. Önerilerinizi de yorum kısmına bekliyoruz. Linesman'le kalın!
- Çeyrek Final Öncesi Dünya Kupası'nın Ödülünün Tarihi
Dünya Kupası, her futbolcu, teknik direktör ve ulusun hayalidir. Çeyrek final eşleşmeleri belli olmuşken, dünyanın en prestijli kupasını daha da yakından tanıyalım. Jules Rimet Kupası, Fransız spor yöneticisi Jules Rimet'i onurlandırmak için turnuvaya verilen ilk isimdir. FIFA'nın 3. başkanı olan Rimet, aynı zamanda en uzun süre bu koltukta oturmuş tek isimdir. Rimet, aynı zamanda Fransa Futbol Federasyonu'nda da 23 sene başkanlık görevini yürütmüştür. Rimet, Fransa'nın Paris şehrinde kurulan Red Star FC takımının da kurucusudur. 1930 yılında Rimet'in başkanlığında yapılan ilk Dünya Kupası turnuvasını Uruguay kazanmıştı. (Jules Rimet Kupası adıyla) Jules Rimet kupasını yakından inceleyecek olursak; 35 cm boyunda ve altın kaplama, som gümüşten yapılmıştır. Yunan mitolojisinde zafer tanrısı olarak bilinen Nike ilham alınarak tasarlanmıştır. Fransız Abel Lafleur tarafından tasarlanan bu kupanın altındaki taş, lapis luzuli denilen bir taştan imal edilmiştir. 1954 yılında kupanın bu kısmı daha fazla şampiyon yazılabilmesi için yenilenmiştir. Kupanın günümüzde kalan tek orjinal parçası ise bu taştır. 1970 senesine kadar Dünya Kupası kazananlarına verilen bu kupa, 1970 senesinde Rio De Janerio'da çalındıktan sonra bir daha bulunamamıştır. Kupanın ağırlığı ise 3.80 kilogramdı. 1974 yılından itibaren günümüze kadar kullanıma devam eden diğer Dünya Kupası ise İtalyan sanatçı Silvio Gazzaniga tarafından tasarlanmıştır. 5 kilogramlık, 18 karat altından üretilen bu ikonik kupa, Jules Rimet Kupası'nda yapılan hata yapılmayarak Zürih'te bulunan FIFA'nın merkezinde büyük bir özenle saklanmaktadır. Bu kupanın altı 13 cm'lik bir çapa sahiptir ve kazanan ülkenin isimleri kendi dillerinde yazılmaktadır. 2010 senesinde İspanya zaferiyle sonuçlanan turnuvada, kupanın altına İngilizce olarak İspanya yazılmıştır. Bu hata, 2018 senesinde Rusya'da düzenlenen turnuvada düzeltilmiştir. Kupanın boyu 36.5 cm, toplam ağırlığı ise 6.17 kilogramdır. Kupanın altında bulunan 2 yeşil şerit, malahit isimli bir mineralden üretilmiştir. Turnuvayı kazanan takımlara ise kupanın altın kaplama bronzdan yapılan bir replikası takdim edilmektedir. 2010 yılında Güney Afrika'da düzenlenen Dünya Kupası'nda Nelson Mandela, kupanın orjinalini kaldırma şerefine erişen ünlü isimlerden biriydi. Jules Rimet Kupası'nı 2 kez Uruguay, 2 kez İtalya, 3 kez Brezilya, 1 kez İngiltere; Dünya Kupası'nı ise 3 kez Almanya, 2 kez Arjantin, 2 kez İtalya, 2 kez Brezilya, 2 kez Fransa ve 1 kez İspanya kazanmıştır. Çeyrek finaller öncesi farklı bir içerik üretmek istedim sizler için, umarım beğenmişsinizdir. Dünya Kupası heyecanını Linesman'de yaşayın!
- Hırvatistan, Brezilya'yı Devirdi!
İnanılmaz maçta galip gelen ve tur atlayan Hırvatistan oldu! Brezilyalıların bırakın turun geçeni olmasını insanlar kupa için favori olarak görüyordu. Futbol öyle bir spor ki bizde bu yanını çok seviyoruz… Maçın ilk yarısında dengeli geçen bir mücadele vardı. Hırvatistan cephesi Brezilya’nın Neymar’a uzanan pas kanallarını iyi kapattı. Kompakt bir şekilde duran Hırvatistan, Brezilya’yı kısmi tıkadı diyebiliriz. Bazı sekanslarda Vinicius birebirle kolayca etkili oldu ardından Neymar driplingle kolaylıkla etkili oldu. Hırvatistan’ın Brezilya’yı geride karşılamayıp ileride karşılaması önemli bir artı oldu ilk yarı için. Ek olarak Brozovic’in zaman zaman 3. bölgeye etkili girişleri oldu. Bu sayede Modriç ve Kovacic, Brozovic ile daha güçlenmiş oldu. Brezilya cephesinde turnuvadan önce en yetersiz kalan bölge Danilo’nun görev aldığı sol bek mevkisiydi. Fakat Tite, en yetersiz bölgeyi güçlendirmek adına yaptığı hamlelerden iyi performans aldı. Danilo’nun içte konumlanarak hem Vinicius'un çizgide daha rahat topla buluşmasını ve rakip bek ile birebir kalmasını sağlıyor. Buna ek olarak Paqueta pas trafiğine katılabiliyor. Fakat bazı sekanslarda Brezilya için en yetersiz oyuncu dediğimiz Danilo, gerçekten de sıkıntı çıkarabiliyor. Alex Telles sakatlanmasaydı Danilo yerine forma şansı bulabileceğini düşünüyordum. Kısaca topla oynamalar eşit, oyun dengeli ve her iki takım da tedbiri elden bırakmayarak devre arasına girdi. İkinci yarı ile şuna değinmek istiyorum. Elbette biraz daha tempolu bir yarıydı fakat Brezilya, önceki maçlarda sürekli yeteneklerle maç kazanan bir takımdı desem yeridir. Bugün karşılarına daha kompakt bir takım gelince dolayısıyla Brezilya, set çizmekte ve oyun kurulumunda biraz eksik kaldı. Hırvatistan beklediğimizden çok daha doğru bir oyun planı ile sahadaydı. Gene de iyi bazı pozisyonlar bulan Brezilya karşısındaki Livakovic, kalesinde çok iyi büyüyerek bu pozisyonları sonlandırdı. Uzatmalara giden maçta uzatmalarda Hırvatistan hiç değişiklik yapmadı. Modric, Kovacic, Brozovic oyundaydılar. Tahminimce onları penaltılarda kullanmak istedi hoca fakat sahneye Neymar çıktı. Uzatmanın ikinci devresinde Kovacic çıktı, Majer girdi. Brozovic – Orsic değişikliği de oldu. Aradığı golü Petkoviç ile bulan Hırvatistan tekrar umutlandı. Penaltılarda ustaca penaltı atan Hırvatistan ekibi turu atlayan taraf oldu. Ek olarak uzatmalar olsun penaltılar olsun bu işlerde baya tecrübeliler. Özellikle Modric’in 120 dakika sahada kalması çok büyük ve tebrik edilesi bir iş. 22.00 seansında bir diğer tur atlayan kim olacak merakla bekliyoruz. Hollanda mı? Messi'li Arjantin mi? Diğer içeriklerimiz için takipte kalınız!
- Arjantin, Penaltılar İle Tur Atlayarak Hırvatistan'ın Rakibi Oldu!
Merhabalar, bugün sizlere çeyrek final eşleşmesi olan Hollanda v Arjantin maçının değerlendirmesini yapacağım. Şimdiden keyifli okumalar dilerim. Kadrolar İlk olarak Hollanda ile başlayalım. Van Gaal’in ekibi klasik olarak 3'lü bir dizilişle sahaya çıktı. Önlerinde oyun kurucu rolünde De Jong ve mücadeleci orta saha Marten De Roon’u gördük. Kanat beklerinde son maçın yıldızları Blind ve Dumfries yer aldı. İleri hatta ise Gakpo, Depay ve Bergwijn yer aldı. Kurt hoca her maç olduğu gibi Ake ve Timber’i kenar stoper gibi kullanıp kanat beklerinden oluşacak savunma zafiyetini minimuma indirgemeyi amaçladı. Defans hattının merkezinde ise Van Dijk gibi bir savunma imparatoru yer alıyor. Arjantin’de ise turnuva boyunca ilk kez bu maç özelinde 3'lü defans hattıyla gördük. Hollanda’nın hızlı ve dinamik hücum hattına karşı geride daha sağlam durmak adına hoca Scaloni, Di Maria veya Papu Gomez tercihinden feragat edip savunmanın sol stoperi olarak Lisandro Martinez’i görevlendirdi. Böylece Arjantin hem geride bir kişi fazla olacak hem de oyun kurulumunda ve toplu oyunda nispeten daha etkili olmayı amaçladı. Molina ve Acuna kanat beki olarak görev yapacakları için geçtiğimiz maçlara nazaran daha çok hücuma katılma imkanına sahip olabilecekti. Enzo Fernandez ve De Paul ile orta sahadaki sertlik sağlanacak, Mac Alister’de 3. bölgeye geçişte Messi’ye yardımcı olabilecekti. Maçın Değerlendirmesi Maçın ilk yarım saati taraflar birbirini tarttı desek yeridir. Genel olarak orta sahada ikili mücadelelerin yoğun ve ön planda olduğu bir sekans izledik. Hollanda kanat bekleri Dumfries ve Blind daha çok rakip yarı alanda konumlanarak Arjantin beklerini ileri çıkarmamayı amaçladı ve bunda başarılı da oldular. Orta sahada ise Messi her topla buluştuğunda başında en az 2 kişi beliriyordu. Biri orta saha oyuncusu oluyor, diğeri de Ake idi. Arjantin golü de Ake’nin Messi’nin markaj görevini üstlenmek üzere mevkisini terk ettiği atak yönüne göre sağ taraftan buldu. Efsanevi süperstar etrafında 4 oyuncu olmasına rağmen iğne deliğinden harika bir pas göndererek takım arkadaşı Molina’nın bindirmesini gördü ve Molina’da topu ağlara gönderdi. Golden sonra maçın tansiyonu arttı ve hakem Lahoz’dan peş peşe kartlar geldi. Hollanda 2. yarıya iki değişiklikle başladı. Bergwijn yerine Berghuis, De Roon yerine Koopmeiners dahil oldu. Van Gaal böylece topa daha çok sahip olmayı ve yaratıcılığı artırmayı amaçladı. Ancak bu hamleler kısa vadede sonuç vermeyince kurt hoca risk aldı ve Blind yerine Luuk De Jong’u oyuna sürdü. Böylece arkadan eksilip 4'lü savunmaya dönmüş ve ileride bir kişi çoğalmış oldu. Buna karşılık da Scaloni’den De Paul yerine Paredes hamlesini gördük. Arjantin sadece birkaç dakika sonra Acuna’nın soldan yaptığı harika bindirme sonucu penaltı kazandı. Messi penaltıda hata yapmadı ve farkı ikiye çıkardı. Bu golden 5 dakika sonra maçın gidişatını değiştirecek hamle geldi. Depay yerine Wout Weghorst oyuna dahil oldu. Bu dakikalarda Van Dijk’i de forvete gönderen Hollanda tabiri caizse orta-kafa-gol gibi oynuyordu. Bunun meyvesini de aldılar. Önce 82. dakikada Weghorst’un kafa golüyle skoru bire indiren Portakallar, 90+11'de kazanılan frikiği kaleye vurmak yerine bir organizasyonla kullandı ve yine Beşiktaşlı santrfor Weghorst’un ayağından golü buldular ve maç uzatmalara gitti. Uzatmaların ilk devresinde her iki takımda da yorgunluk belirtileri göze çarpıyordu. Hollanda fiziksel, Arjantin ise hem fiziksel hem de zihinsel olarak çökmüş gibiydi. İkinci uzatma devresinin sonlarına doğru Arjantin, Hollanda kalesinde inanılmaz bir baskı kurdu. Lautaro Martinez’in yaydaki şutu, Di Maria’nın korneri direkt kaleye göndermesinde Noppert’in kurtarışı ve son olarak Enzo Fernandez’in şutu direkte patladı yarı finalisti penaltılar ile öğrenme vakti gelmişti. Hollanda ilk 2 penaltısından sürpriz bir şekilde Van Dijk ve Berghuis ile yararlanamadı. Güney Amerika ekibinde ise Messi ve Paredes hata yapmadı. Daha sonra sırasıyla Koopmeiners, Montiel ve Weghorst topu ağlara gönderdi. Enzo Fernandez’in kaçırıp Luuk De Jong’un atmasıyla umutlanan Hollanda’nın tüm ümitlerini Avustralya maçının tartışılan ismi Lautaro Martinez bitirdi ve takımını attığı 5. penaltı ile yarı finale taşıdı. Son Yorumlar ve Öngörüler Arjantin’in bu turnuvada ilk kez denediği 3'lü savunma taktiğinde bu maç özelinde başarılı olduğunu düşünüyorum. Yenen ilk golün rakip forvetin bariz olarak fiziksel ve hava topu üstünlüğü sonucunda geldiğini, 2. golün de duran top olduğunu düşünürsek akan oyunda rakiplerine kolay fırsatlar tanımadılar. Hollanda’nın buna karşılık ilk 70 dakika çözüm üretemedi ancak Van Gaal’in yaptığı değişikliklerle oyuna direkt etkisi ise yadsınamaz bir gerçek. Takım olarak iyi savunma yapan ancak topla üretmede birtakım sorunlar yaşayan Hollanda’nın bu serüvende iyi mücadele ettiğini düşünüyorum. Gelelim turnuvanın önümüzdeki fikstürüne: Hırvatistan v Arjantin. Bildiğiniz gibi Hırvatistan şok bir şekilde Brezilya’yı penaltılarla turnuvanın dışına itti. Özellikle savunmada ve orta sahada çok güvenilir ve iyi bir performans koyan Hırvatların, Livakovic’in de inanılmaz formuyla Arjantin’e kesinlikle çok zor anlar yaşatacağı kanaatindeyim. Arjantin’in performansının kimin ayağına baktığını hepimiz biliyoruz. Bu kupada mutlu sona giden yolda onlar için her şey şu an istedikleri gibi gidiyor. Ha şöyle kehanetler de var. Arjantin grup maçlarının 3. karşılaşmasında penaltı kaçırdığı diğer iki turnuvayı kazanmış. 1978'de Kempes ve 1986'da Maradona 3. maçta penaltı kaçırmış, bunların sonunda Arjantin kupaya uzanmıştı. Bu turnuvada da Messi, Polonya karşısında Szczesny’i geçememişti. Başka bir örnek ise 1998 Fransa’dan. Yarı finalde Hırvatlara 2 gol atan sağ bek Thuram’ın milli takım kariyerinde başka golü bulunmuyor ve Fransa o sezon kupayı kaldırdı. Bugün Hollanda karşısında gol atan ve Thuram gibi bir sağ bek olan Molina’nın da milli takım kariyerinde başka golü yok Belki tesadüftür bilemeyiz ancak olası bir Arjantin şampiyonluğunda bu olayların yıllar boyu konuşulacağı da bir gerçek. Bu yazımda sizlere Hollanda v Arjantin maçını ele aldım. Umarım keyifle okuduğunuz bir yazı olmuştur. Okuyan herkese teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek üzere, hoşça kalın.
- Newcastle United'ın Oynadığı Son Final!
26 Şubat Pazar günü Newcastle United ve Manchester United arasında Wembley Stadı’nda Carabao Cup yani daha alışık olduğumuz adıyla İngiltere Lig Kupası finali oynanacak. Mercek altına alacağımız karşılaşmanın siyah-beyaz tarafı için belki de bu final, yeni sahipleri ve Eddie Howe ile başlayan bambaşka bir dönemin ilk meyvesinin alındığı gün olacak. Olur mu bilinmez ancak tam 24 yıl önce Newcastle United en son bir final için Wembley çimlerine adım attığında güzel ve yeni bir dönemin başlangıcı değil, Kevin Keegan’ın inşa ettiği “The Entertainers” döneminin son perdesiydi. Şubat 92’de düşmeye oynayan bir ikinci lig takımı olan Newcastle United’ın başına geçen King Kev, son maçta alınan galibiyetle ligde kalmış ve 1992-93 sezonuna art arda alınan yedi galibiyetle başlayıp takımını rahat bir şekilde Premier League’e çıkarmıştı. Artık toplamda üç sezon sürecek olan şov başlıyordu. Bu üç sezonda 215 gol atıp 125 gol yiyen takım taraftarı olmayan futbolseverleri bile kendine çekiyordu. Henüz yabancı futbolcu fikrine tam alışamamış ve ezbere dizilişlerle oynayan İngiliz kulüpleri arasında yüksek yetenek skalası olan bir takım haline gelen Newcastle, bu dönemde Barcelona’yı St. James Park’tan Asprilla’nın hat-trickiyle üç golle uğurladığı ve Sir Alex önderliğindeki United’ı Philippe Albert’in ikonik aşırtmasıyla 5-0 yendiği maçlar başta olmak üzere güzel hatırlanacak bir çok anıya imza attı. 1997 yılının Ocak ayında, her şey iyi giderken birden Kevin Keegan görevi bıraktı. Bugün bile bu durum bir sır perdesinin ardında; kimi iddialara göre King Kev artık işinden keyif almıyordu, kimilerine göre ise Mike Ashley ile finansal konularda ters düşmüşlerdi. Tabi ki yerine daha aşağı bir profil gelmesi beklenemezdi, Sir Kenny Dalglish kapıdan içeri adım attı ve Blackburn Rovers ile şampiyon olurkenki en büyük yardımcısını da bir telefonla beraberinde getirdi, Alan Shearer. Magpies 1996-97 sezonunu da hem kalan miras, hem Shearer sayesinde 2. bitirdi. 1997-98 sezonunda ise takımın artık pek de “eğlendirici” bir yönü kalmamış, Les Ferdinand, David Ginola, Peter Beardsley gemiyi terk etmişti. Aslında sonradan St. James Park koridorlarında iz bırakacak Shay Given, Niko Dabizas, Andy Griffin ve Gary Speed takıma katılmışlardı ama o hava yoktu. Tabi bu isimlerin yanında Sir Dalglish’in “eski dost”ları Ian Rush, Stuart Pearce ve John Barnes da Saksağanlar’a katılmışlardı. Bu işler nasıl olur bilirsiniz. Başarılı takımın iskeletinden kalanlar, yeni yetenekler ve eski tüfekler. Aslında kendi ekosistemimizden hatırlıyoruz bu denklemi. Nitekim dört sezon istikrarlı bir şekilde yukarılara oynayan Newcastle o yılı 13. bitirdi. Tadı tuzu kalmamış takım sonraki sezona da kötü başlayınca Sir Kenny Dalglish’e teşekkür edildi ve Ruud Gullit’le el sıkışıldı. Gullit, Chelsea’den pek de iyi ayrılmamıştı aslında. Bu imajı silmeyi kendine amaç edinmiş olacak ki, imza töreninde takıma “sexy” futbol oynatacağını vaad etti. Ancak sonuç sadece bir 13.lük daha oldu. Transferler ise Keegan’ın ayrılmasıyla başlayan kaotik sürece yakışır şekildeydi, en çok dikkati çekenler ise; bir efsane Faustino Asprilla’nın gidişi, bir efsane Nolberto Solano’nun gelişiydi. Bir daha ismini neredeyse hiç duymayacağımız Silvio Maric’e dönemin şartlarında yaklaşık 5,8 milyon avro verilmesi ise bugün bile absürt. Sezonun tesellisi yazımıza da konu olan FA Cup’ta çıkılan final oldu ancak yarı finalde uzatmaya giden Tottenham maçında hakemin Dabizas’ın elle oynamasını görmemesi de şans perilerinin Newcastle adına çalıştığının kanıtıydı. Tesadüfe bakın ki; 24 yıl önce, 22 Mayıs 1999’da oynanan finalde rakip günümüzde olduğu gibi Manchester United’tı. Bir cümle önce andığımız şans perileri yine iş başındaydı çünkü United şu an ne kadar tam kadro ise o gün de o kadar eksikti. Jaap Stam sakatlığı yeni atlatmış, Henning Berg ise sakattı. O sezon çok çok nadir beraber gözüken Johnsen-May tandemi ile bir finale çıkılacaktı. Dennis Irwin cezalı; David Beckham, Gary Neville ve Paul Scholes da maç günü dahi hastaydılar. Üstüne üstlük dört gün sonra da şu anda doğum tarihi 1999 sonrası olanların bile çok iyi bildiği, Bayern Münih ile karşılacakları epik Şampiyonlar Ligi finali oynanacaktı. Tabloya bakıldığında şans Newcastle’dan yanaydı ama orda da bir huzursuzluk hakimdi. Rob Lee oynamayacağını düşündüğünü açıklarken, oynayacağını düşünen sağ bek Warren Barton maça 20 yaşındaki Andy Griffin’in arkasında kulübede başlıyordu. Kalede ise Steve Harper’ın mı yok Shay Given’ın mı oynayacağı maç gününe kadar belli olmadı. Alen Shearer’ın yanında sezon başında büyük bir meblağ ile takıma katılan “Big Dunc” Ferguson’ın mı yoksa Gullit’in çok değer verdiği Ketsbaia’nın mı oynayacağı ayrı bir muamma idi, başlangıç seramonisinde sahada Ketsbaia vardı. United için saydığımız tüm olumsuzluklara bir de maçın başında sakatlık eklendi. Dört gün sonraki bir diğer finalde cezalı olan Scholes-Keane ikilisinin 90 dakika oynamasına kesin gözle bakılırken, Roy Keane 9. dakikada sakatlandı. Bayern maçı düşünülerek Nicky Butt da kadroda olmayınca, oyuna giren Teddy Sheringam ileri uca, Solskjaer sağ kanada, Beckham da sağ içe geçiyordu. Tabi ki bu olumsuz durum bir Sheringam klasiğine dönüştü ve yaklaşık iki dakika sonra İngiliz golcü topu ağlarla buluşturdu. Sonraları Liverpool’da da yıllarca benzer rolde izleyeceğimiz Dietmar Hamann uzaktan şutlarla Schmeichel’ı yoklasa da ilk yarı United’ın üstünlüğü ile 1-0 bitiyordu. İkinci yarı başlamadan içeride yaşanan enstantane ise Ruud Gullit’in neden hiç bir takımda teknik direktör olarak uzun süre kalamadığını ve Terek Grozny’e kadar uzanan bir yolculuğu olduğunu anlatıyordu. Zar zor yürüyebilen Hamann değişmek istediğini söyleyince Gullit tarafından yeterince azimli ve adanmış olmamakla suçlanmış, iyi oynayan Solano’ya çıkacağı söylenmiş, Hamann çıkınca Solano duştan geri çağırılmıştı. Asıl amaç ise Shearer’ı takımdan göndermek, Duncan Ferguson’ı parlatmak ve bu durumu normalleştirmekti. Gullit sene içerisinde Shearer’ın yüzüne hayatında gördüğü en abartılmış futbolcu olduğunu da söylemişti. Sonraları verdiği bir röportajda ise Steve Harper o günlerden “Futbol böyledir. Tüm bu kaosa rağmen Ruud o finali kazansaydı belki de St. James Park’da bir tribüne adı verilecekti.” şeklinde bahsediyordu. Tüm bu karmaşada tabi ki işlerin Newcastle için iyiye gitmesi beklenemezdi. Nitekim ikinci yarının başlarında United Scholes’un ayağından bir gol daha buluyor ve o meşhur üçlemenin birine çentik atıyordu. Bu maç tabi ki sadece siyah-beyazlı taraftaki çatışmalarla yorumlanamaz çünkü Manchester United o yıl Premier League, FA Cup ve Şampiyonlar Ligi’nde toplam 59 maç oynadı ve sadece hepsi ligde olmak üzere üç defa yenildi. Maç öncesi Newcastle şanslı gözükse de United o yıl en karşılaşılmayacak rakipti belki de. Saksağanlar sonraki yıllarda özellikle Sir Bobby Robson liderliğinde kıpırdansalar da hiçbir şey aynı olmadı. Sürekli istikrar arayan bir takım görüntüsünde oldular, Sir Robson haricinde bir süre Rafa Benitez ile de bu istikrarı yakaladılar ancak hatırlatmak gerekir ki bu süreçte iki defa da küme düştüler. O zamanın aksine günümüzdeki Newcastle umut vaad ediyor. Petrol sermayesinin uğradığı bir çok takımın aksine fazla isimli bir hoca ve son kârlı kontratını yapmak isteyen yıldızlara yönelmediler. Chelsea’ye Damien Duff’ı alan zihniyeti Malaga’ya Ruud van Nistelrooy’u alan zihniyete tercih ettiler. Kim bilir; nasıl ki Ruud Gullit’in bir devre arası konuşması bir dönemin kapanışı ise, Eddie Howe’ın maç önü konuşması da başka bir dönemin açılışı olur.
- Liverpool'un Kötü Gidişatı
Bu sezon istenileni veremeyen bir Liverpool ve Klopp ile karşı karşıyayız. Alışılmadık bir tablo var önümüzde. Bu tablonun içeriğine girmeden önce bazı istatistikler ile kafamızda azda olsa bir şeylerin canlanmasını sağlayalım. Sezonun en çok gol atan 8. takımı (38) Sezonun en çok gol yiyen 6. takımı (28) Sezonun en çok başarılı pas atan 5. takımı (ort 487.7) Sezonun en çok şans yaratan 2. takımı (69) Sezonun en çok şut çeken 2. takımı (16.5) İstatistiklere bakıldığında tutarsızlık içeren bir görüntü var. Klopp, 4-3-3 sistemini sahada uygulayan ve bunun türevlerini maç içinde yansıtan bir çalıştırıcı. Klopp’un aslında meşhur gegenpressing uygulamasını herkes biliyordur. Gegenpressing’in uygulanması ile ilgili bir yazı da yazmıştık sitemizde. https://www.linesman.co/post/futbolun-vazgecilmezi-on-alan-baskisi Gegenpressing, son dönemde Almanya, İngiltere ve daha birçok ülkede popüler hale gelen bir oyun tarzı. Klopp’da gegenpressing’i şöyle tanımlıyor: "Gegenpressing topu rakip kaleye daha yakın bir noktada kazanmanızı sağlıyor. Müsait bir pozisyona sadece bir pas uzaklıktasınız. Dünyadaki hiçbir oyun kurucu iyi sonuç vermiş bir gegenpressing kadar etkili olamaz. İşte gegenpressing bu yüzden önemli." Gegenpressing Kullanımı ve Genel Bakış Gegenpressing’in doğru uygulanabilmesi için ileri üçlünüzün fit, dinamik ve oyun sezgisi yüksek olması gerekiyor. Liverpool'un Sadio Mane, Roberto Firmino ve Mohamed Salah üçlüsü buna uygundu. Hatta 2019 yılında Şampiyonlar Ligi'nin kazanılmasındaki en büyük faktördür Liverpool için. Şu an baktığımızda Gakpo, Nunez ve Salah üçlüsünü görüyoruz. Hepsine bireysel olarak baktığımızda elit düzeyde futbol oyuncuları diyebiliriz. Peki sorun nerede? Sorun ileri üçlüden ziyade daha çok orta saha kısırlığı. Yani merkez oyuncuları Liverpool için yetesiz diye düşünüyorum. Çünkü gegenpressing sadece hücum oyuncularıyla yapılan bir felsefe değil. Ön alandaki (3.bölgedeki) presi desteklemek için ve pas koridorlarının hakimiyetini ele almak için merkez oyuncuları büyük bir rol sahibi. Yani Liverpool önceden yoğunluğu yüksek bir takımken şimdi o yoğunluğu sahaya yansıtamayan bir takım. Fabinho elbette mükemmel bir oyuncu aynı şekilde Henderson'da, fakat sakatlıklarla uğraşmakla birlikte rotasyon anlamında da Liverpool’un eli hiç ama hiç güçlü değil. Zaten merkeze gelecek sezon için Bellingham düşünülüyor ki gayet mantıklı hatta gecikilmiş bir hamle. Aynı zamanda Chelsea ile formu bu sezon özelinde düşüşe geçen Mason Mount listede olan bir diğer isim. Beklerin Kullanımı Ve Merkez Oyuncularının Oyuna Etkisi Gelelim bekler konusuna. Bekler Andy Robertson ve Trent Alexander-Arnold ileride konumlanırsa gegenpressing ile kazanılacak herhangi bir topta hücum bölgesinde hazır olarak bulunuyor olmalı. Liverpool, oyunun geriden kurulumunda da bekleri sıkça kullanıyor. Özellikle defans tandeminden Gomez veya Dijk ile birlikte Fabinho oyun kurulumunda bulunan en kilit isim. Bunların yanına bekler de dahil olarak oyun kurulumunu gerçekleştiriyorlar. Aşağıda gördüğünüz görseldeki gibi Gomez – Fabinho – Arnold üçlüsünü görüyorsunuz. Oyunun akışı hızlandıktan sonra Gomez’in işi bitiyor, bu sefer çizgiye yaslanan Salah devreye giriyor. Çizilen set ve oyun kurulumu aslında bu görseller ile kafamıza daha net oturmuştur herhalde. Bu görseller son hafta oynanan Newcastle United maçından alındı. Güzel bir oyunla 2-0 galip geldi Klopp ve öğrencileri. Ek olarak takımın tıkandığı süreçte kaptan Henderson half space dediğimiz (çizgi ve merkez arasındaki koridor) bölgede sıkça konumlanıyor böylece beklerine konfor sağlamış oluyor. Bunu 2022 Katar Dünya Kupası'nda İngiltere Milli Takımı da sürekli yaptı. Sağ ve sol kenara sıvışması Luke Shaw ve Trippier için değerliydi. Kısaca burada kulvar ayırt etmeden beklerin mevcut futbol düzenindeki yerini daha iyi anlıyoruz. Zaten buna paralel olarak mevcut futbol pazarında en değerli oyuncular arasında bek oyuncuları fazlasıyla yer alıyor. Profil Odaklı Değerlendirme Aslında değinmek istediğim bir diğer nokta da Nunez. Çünkü Benfica’da parlayıp transfer edildikten sonra 17 maça çıkıp 6 gollük bir katkıda bulundu. Bulduğu pek çok fırsatı da çok kötü değerlendirdi ve topu ağlarla buluşturamadı (Sofascore verilerine göre sezon özelinde ayağına gelen 16 büyük fırsatı kaçırmış). Yani 16 gol daha yapsa 22 golü olacaktı. Belki bu sezon, onun için alışma sürecidir bilemem ama ileri üçlüyü (Mane – Firmino – Salah) bozduktan sonra daha net bir oyuncu tercihi yapabilirdi Liverpool. Gerçi son haftalarda Nunez, olumlu bir grafik çiziyor onu da ekleyelim. Elbette dünya klasmanında kendini kanıtlamış golcü şu an için pek fazla yok. Mbappe için uğraşıldı ama oyuncu sıcak bakmadı. Haaland ise Manchester City’e gidince kendini kanıtlamış belki de tek kişi Nunez'di. Ardından Eredivese’de fırtınalar estiren ve Dünya Kupası'nda harika performans sergileyen altın çocuk Gakpo da kadroya dahil edildi ve ileri üçlü oluşmuş oldu. Diaz sakat olduğu için forma şansı da buluyor Gakpo. 5 maç 3 gollük performansı var şu ana kadar. Kapanış Klopp ve öğrencileri şu an itibariyle beraber ligde 35 puanla 8. sıradalar. 5. sırada bulunan Newcastle ile arasındaki puan farkı 6. Lider Arsenal ile 19 puan farkı var. Liverpool üst sıralara yaklaşıyor. Özellikle sakatlıkların bitmesiyle ve biraz daha toparlanmayla son maçlarda iyi bir görüntü veriyorlar. Üst sıraya tırmanıp orada tutunabilecek mi hep birlikte göreceğiz. Taraftarlar tarafından eleştiriler odağında olan bir Klopp olsa bile 7 senedir görevde olan hocalarını bırakma niyetinde değiller. Doğal olarak takımlar kötü sezon geçirebilirler ama bunun analizi ve değerlendirmesi iyi yapılıp tekrardan ayağa kalkmak yani büyük kulüp refleksi göstermek gerekir diye düşünüyorum. Klopp'un açıklamaları da aslında pozitif anlamda mesajlar içeren türden. "Liverpool adı Avrupa'da bir anlam ifade ediyor ve yıllar içinde belirlenen standart haline geldi. Uymaya devam etmemiz gereken bir standart..." Sezon içinde Liverpool’u neler bekliyor hep birlikte seyredip göreceğiz. Takipte kalmanız yeterli. Sağlıcakla kalın!
- Süper Lig'de Transfer Dedikoduları
GALATASARAY Sezon başında Icardi, Mertens, Oliviera, Mata gibi yıldız isimlerle anlaşan lider, şimdiden önümüzdeki sezon için Şampiyonlar Ligi hamleleri yapmaya başladı. Devre arasında da takıma Zaniolo gibi kritik bir ismi getiren, savunmayı Kaan Ayhan ile güçlendiren Sarı Kırmızılı ekipte devre arası transfer sezonu gündemi her gün daha da alev alıyor. 10 Numara pozisyonu için wonderkid arayışlarına giren kulüp Dinamo Moskova’dan Rus yıldız Arsen Zakharyan, PAOK’dan Giannis Konstantelias, Sparta Prag’dan Adam Karabec ve Dinamo Zagreb’den Martin Baturina ile görüşmelere başladığı gelen haberler arasında. Zakharyan’ın etnik kökeninden dolayı Türkiye’de oynamak istememesiyle ilgili Galatasaraylı yöneticiler geri adım atmak üzere. Konstantelias için 20 Milyon Euro gibi yüksek maliyetler istendiği söyleniyor. Galatasaray 4 genç yıldız adayından birini transfer ederek alternatif oluşturmak istiyor. Yaptığı tüm transfer çalışmalarını önümüzdeki sezonu düşünerek yapan Galatasaray’da forvet hattı için de gündeme gelen isimler mevcut. Gomis’in ayrılacak olması, İcardi’nin durumunun belli olmaması, şimdiden santrafor mevki için çalışmalar başlatılmasına neden oldu. Icardi’nin gitmesi durumunda Dembele için görüşmelere başlanacağı konuşuluyor. Dün de Linnes’i Galatasaray’a getiren menajer Jim Solbakken’in Türkiye’ye geldiği iddia edildi. Sezon başında da gündeme gelen Erik Botheim için görüşmeler başladı iddiası yeniden başladı. Muslera’ya alternatif arayışında da olan ekip, Brentford kalecisi Thomas Strakosha ve Hellas Verona forması giyen Lorenzo Montipo’yu da radarına aldığı yönünde haberler mevcut. İç transferde de hareketlenen aslan Sacha Boey ile sözleşme yenilemek için masaya oturacak. Aynı zamanda Yusuf Demir’in Eyüpspor’a kiralanması da gündemde olan bir diğer konu. FENERBAHÇE UEFA Avrupa Ligi son 16 turunda Sevilla ile eşleşen temsilcimizde, Jorge Jesus’un kanat takviyesi istemesi sebebiyle çalışmalara başlandı. Bu transfer hareketi için İngiltere’den 3 yıldız isme odaklanıldığı konuşuluyor. Galatasaray’ın ve birçok kulübün de gündeminde olan Wolverhampton’ın yıldız oyuncusu Adama Traore’yi listenin başına yazan Sarı Laciverliler, Traore için pusuda bekliyor. Daha önce de Fenerbahçe’nin gündemine giren Manchester United’ın genç oyuncusu Mason Greenwood için de yeniden girişimlere başlandığı gelen haberler arasında. Son birkaç gündür en çok ismi duyulan oyuncu ise Tottenham’ın Brezilyalı yıldızı Lucas Moura. Son gelen bilgiler, çok fazla forma şansı bulamasa da, kadro derinliği için Tottenham’ın Moura’yı bırakmak istemediği yönünde. Kanat transferi için gelişmeleri takip etmeye devam ediyor olacağız. İç transferde de çalışmalarını yürüten Fenerbahçe, Enner Valencia ve Altay Bayındır ile sözleşme yenilemek istiyor. Valencia’nın Internacional ile anlaştığı yönündeki haberleri, oyuncunun menajeri yalanlamıştı. Fenerbahçe, hem Dünya Kupası hem de kulüp performansı ile göz dolduran Valencia’yı kaybetmek istemiyor. Aynı zamanda yine Jesus’un raporu doğrultusunda Gustavo Henrique, Ezgjan Alioski ve Serdar Dursun ile de yolların ayılması gündemde. Sezon başında Flamengo’dan satın alma opsiyonuyla kiralanan Gustavo Henrique’yi geri göndermek isteyen Fenerbahçe ve Henrique’yi geri istemeyen Flamengo arasında görüşmeler sürüyor. Yine sezon başına büyük umutlarla transfer edilen Alioski isteneni veremedi. Oyuncu için Süper Lig ekibi İstanbulspor’un kiralık anlaşması adına devrede olduğu gelen haberler arasında. Serdar Dursun için, Polonya liginde lider durumda olan Rakow’un istekli olduğu ve şartları zorladığı öğrenildi. BEŞİKTAŞ Son 1 haftadır Onur Bulut transferiyle gündemde olan Beşiktaş’a yakın isimler, fırsat transferi doğduğu takdirde takviye yapılacağını söylediler. Bir yandan da siyah beyazlı kulübün sol bek ve ön libero arayışı olduğu biliniyor. Sol bek pozisyonu için Latin Amerika’ya çıkarma yapan ekip, Santos’dan Felipe Jonatan ve Boca Juniors forması giyen 22 yaşındaki Agustin Sandez’i listeye aldı. Yıldız futbolcu Marcelo için de devreye girdiği söylenen Beşiktaş’ın, oyuncunun yaşından dolayı bu transfere çok sıcak bakmadığı da gelen haberler arasında. Romain Saiss’in gitmesi durumunda, yine Brezilya ekibi Corinthians forması giyen tecrübeli savunma oyuncusu Fabian Balbuena’yı B planı olarak da listede tutuyorlar. Josef de Souza’nın ayrılışıyla ön liberoya onun boşluğunu dolduracak bir isim arayan kulübün, 2 isimle bağlantıya geçtiği öğrenildi. Chelsea’nin devre arasında transfer ettiği 18 yaşındaki Andrey Santos’un kiralık olarak Beşiktaş’a gelmesi şu an için en belirgin durum görünüyor. İngiltere’de çalışma izni alamayan oyuncunun, ülkemizde transfer sezonunun açık olması sebebiyle Beşiktaş’a en yakın isim olduğu söyleniyor. Bir nebze fırsat transferi oluyor aslında. Ön libero için bir diğer aday ise Lokomotiv Moskova forması giyen Dmitri Barinov. Fakat Rus kulübüyle Beşiktaş’ın arasında fiyat konusunda ciddi bir anlaşmazlık olduğu da Rus basınına yansıdı. Romain Saiss ile birlikte takımdan ayrılması gündemde olan diğer isim Kevin N’Koudou. Yüksek maaş maliyeti sebebiyle satışı gündemde olan Kamerunlu oyuncu, Rusya’nın Rostov ve Dinamo Moskova kulüplerinden teklif aldı. Gelişmeleri takip ediyor olacağız. TRABZONSPOR Talihsiz bir şekilde Basel’e elenerek Avrupa macerasına veda eden temsilcimiz ara transfer döneminde Lazar Markovic ile anlaşmıştı. Abdullah Avcı’nın takviye yapılmasını istediği ilk nokta orta saha. Marek Hamsik’in sezon sonunda bitecek olan sözleşmesi nedeniyle orta sahaya takviye yapmak isteyen Bordo Mavililer, takıma adapte olması adına transferi devre arasında bitirmek istiyor. Scout raporları doğrultusunda Norveç ekibi Bodo Glimt forması giyen 22 yaşındaki Hugo Vetlesen ile temas kuran Karadeniz ekibi, son olarak Fenerbahçe’de istediği forma süresini bulamayan Miha Zajc ile ilgilenmeye başladı.